Üzerinde yaşadığımız yeryüzü baktığında görmek isteyenler için saymakla bitmeyecek çeşitlilik ve muhteşemlikler ile doludur. Dünyamız’ın uzay deryasında kendisi için belirlenmiş yörüngesinden ve hızından bir an olsun sapmadan güneş sistemi ile birlikte duracağı yere doğru akıp gitmesi, bizim ise bu hareketten birşey hissetmiyor olmamız çok doğal karşılanmaktadır. Yeryüzünün yok iken tek bir patlama sonucunda yokluktan varlığa geçişinden, içinde yaşamın vağrolabileceği bir evrenin tesadüfen oluşma ihtimali yok denecek kadar az bile değil “YOK” iken de aynı şekilde normal karşılanmaktadır. Güneş, Ay, Yıldızlar, Dağlar, Denizler, Gökyüzü, Toprak ve daha birçok şey bu denli hizmette iken, göğe yükselen suyun tekrardan yeryüzüne dönüp toprağı doyurmasından, yağan kar tanelerinin herbirinin şekillerinin birer sanat eseri gibi farklı oluşundan, arı gibi doğar doğmaz kendini hizmete adamış birkaç hafta ömürlü bir canlının, dünyanın en usta mimarlarını ve mühendislerini imrendiren altıgen peteğini yapmasına, yiyenlere şifa ve çok hoş tatlar veren mucizevi balı maydana getirmesine, sivrisineğin hayranlık veren enjekte işlemine ve daha birçok canlıdaki hayranlık uyandıran davranışlara kadar birçok olay çok normal karşılanmaktadır.
Denizlerin altında muhteşem türlerdeki canlılardan doğadaki muazzam düzenden ve daha sayısız eşsizliklerden söz etmemek bunları düşünmemek, sıradan görmek yada doğal karşılamak tüm bunların yaratıcısı ve yaratmakta olan yüce Allah’ı gereği gibi kavrayamamayı getirmektedir.
Peki insanoğlu nasıl oluyorda bunları düşünmekten ve yaşamaktan sapabiliyor. Herşey bu denli olağanüstüyken nasıl böylesine doğal karşılanabiliyor. Zihinlerdeki bu örtünün sebebi nedir? Evet bütün bunların ve bu türlü duyarsızlıkların en temel sebebi insanın kim tarafından ne için vağrolduğunu ve geçici dünya hayatını ne için yaşadığının farkında olmamasıdır. İnsanın dünyaya gelmesiyle başlayan yaşam sürecinde, bebeklikten, çocukluğa, gençliğe ve olgunluğa geçişinde nereden geldiğini, ne için geldiğini ve nereye gideceğini merak etmeyip, yaşıyor, işitiyor, görüyor, konuşuyor, hissedebiliyor ve seçebiliyor olmasını son derece normal karşılaması bunları olaması gereken veya kendiliğinden oluşmuş şeyler gibi algılaması insanın hazin sonunu hazırlamaktadır.
Kendini, benliğinin ve ruhunun sahibi ilan edip istek ve tutkuları doğrultusunda keyfi bir yaşam sürmeyi yol edinmiş bu zihniyet, görmek istediklerini görür, düşünmek istediklerini düşünür hale gelmiştir. Yaptığı şeyleri çok önemli görüp yaşamı boyunca birşeylerden karşılık beklerken, dünyaya gelirken kendisine peşin olarak verilen ruh, beden, maddi-manevi nimetlerden dolayı karşılık verilmesi gereken bir yer varmı veya vermem gerekiyormu diye düşünme zahmetine yada duyarlılığına dahi tenezzül etmemiştir. Çünkü gözlemleyebildiği kadar bunlar etrafındaki birçok insanda mevcuttur ve olması gereken birşeymiş gibi algılanmaktadır.
Çocukluk yaşlarından beri etrafındaki yakınlarından ve insanların büyük çoğunluğunan, dünya hayatının eğlenilmesi ve güzelliklerinden zevk alınılması gereken bir yer olduğunu, rahat yaşamak ve mutlu olabilmek için çok tüketmeyi, çok tüketebilmek içinde çok değere sahip olunması gerekliliğini öğrenmiş ve böylece maddeyi kutsallaştırma boyutlarına kadar çıkarabilmiştir. Gelecek için yapılan planların dünyada iyi bir yaşam sürme ile paralel olarak oluşmakta ve dünyayla sınırlı kalmaktadır.Ölüm gerçeği kaçınılmaz bir şekilde apaçık ortadayken, ölümü çok uzak bir olguymuş ve buralara hiç uğramazmış gibi algılayarak, bu zihniyetteki kafalardan alınan güç ile yaşama sarılmaktadır.Bu arada zaman ise kimsenin keyfini beklemeden hızla tükenmektedir.
Allah’ın varlığına inanıp sanki Allah yokmuş gibi yaşamak, Allah’ı zor zamanlarda hatırlamak, dini ilgi alanları içine almamak yada belirli gün ve gecelerde hatırlayarak din günü, din ayı ilan etmek suretiyle son sıralarda yer vermek, insanın bilinçsiz ve amaçsız bir şekilde nefes alıp vermesini sağlamaktadır.
14 Kasım 2008 Cuma
10 Kasım 2008 Pazartesi
Hayat Çok Kısa
Hayat Çok Kısa
Nasıl Yaşamalıyız?
Belki de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu yazıyı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.
Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de ölecek, sizden önce yada sonra mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak.
Her insanın, kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Liseyi bitirmek, üniversiteye girebilmek, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli olmak, huzurlu bir hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en sıradan olanlarındandır. Bunların dışında, herkesin, kendi içinde bulunduğu durum ve şartlara göre daha binlerce konuda çok kapsamlı plan ve tasarıları vardır.
Oysa bu planların hiçbirinin gerçekleşeceği kesin değildir. Buna karşın ölüm, yüzde yüz gerçekleşecektir.
Yıllarca çalışıp çabalayıp üniversiteye giren bir öğrenci okuluna giderken ölür. Yada yeni işe giren bir kişi işine giderken veya evlenenler düğünden dönerken ani bir trafik kazası sonucunda ölürler. Başarılı bir iş adamı ise, işlerini çabuk halledebilmek, gideceği yere daha çabuk ulaşıp vakit kazanmak ve daha çok şeyler yapabilmek için uçak yolculuğunu tercih eder. Fakat uçak kaza yapar, yere düşer. Orada hayatı hiç düşünmediği şekilde son bulur.
Bütün planlar boşa gitmiştir. Geriye kalan planlarını gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak, dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler... Oysa o gittikleri yer için hazırladıkları hiçbir planları yoktur. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında hiçbir şey düşünmemişlerdir bile.
Peki akla ve bilince sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan hakkında mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların çoğu, kesin olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün planlarını, gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için yaparlar.
Eğer insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır.
Ama insanlar, kafalarını esir almış olan garip bir büyü nedeniyle bir türlü bu açık gerçeği fark edemezler.
Ölüm sizi her an yakalayabilir.
Kimbilir o an, belki de şu andır yada size çok yaklaşmıştır.
Dolayısıyla, düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir.
Peki ne yapmalıyız, hayatın kıymetini bilmeli bize verilen ömrü en güzel şekilde değerlendirmeliyiz, bunu hiçbir şeyi umursamazca mı yapalım ? tabiiki Hayır.
O zaman nasıl davranalım?
İnsana verilen en önemli şey akıldır, aklımızı kullanırsak ne yapmamız gerektiğini, nasıl yaşamamız gerektiğini, neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini anlayabilir, görebiliriz.
Ancak aklımızı kullanırsak gerçeği görebiliriz.
Gerçek nedir? Gereken nedir? Hepsi etrafımızda ve gözümüzün önünde duruyor.Anlayana, görene, bilene
Nasıl Yaşamalıyız?
Belki de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu yazıyı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.
Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de ölecek, sizden önce yada sonra mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak.
Her insanın, kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Liseyi bitirmek, üniversiteye girebilmek, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli olmak, huzurlu bir hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en sıradan olanlarındandır. Bunların dışında, herkesin, kendi içinde bulunduğu durum ve şartlara göre daha binlerce konuda çok kapsamlı plan ve tasarıları vardır.
Oysa bu planların hiçbirinin gerçekleşeceği kesin değildir. Buna karşın ölüm, yüzde yüz gerçekleşecektir.
Yıllarca çalışıp çabalayıp üniversiteye giren bir öğrenci okuluna giderken ölür. Yada yeni işe giren bir kişi işine giderken veya evlenenler düğünden dönerken ani bir trafik kazası sonucunda ölürler. Başarılı bir iş adamı ise, işlerini çabuk halledebilmek, gideceği yere daha çabuk ulaşıp vakit kazanmak ve daha çok şeyler yapabilmek için uçak yolculuğunu tercih eder. Fakat uçak kaza yapar, yere düşer. Orada hayatı hiç düşünmediği şekilde son bulur.
Bütün planlar boşa gitmiştir. Geriye kalan planlarını gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak, dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler... Oysa o gittikleri yer için hazırladıkları hiçbir planları yoktur. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında hiçbir şey düşünmemişlerdir bile.
Peki akla ve bilince sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan hakkında mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların çoğu, kesin olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün planlarını, gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için yaparlar.
Eğer insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır.
Ama insanlar, kafalarını esir almış olan garip bir büyü nedeniyle bir türlü bu açık gerçeği fark edemezler.
Ölüm sizi her an yakalayabilir.
Kimbilir o an, belki de şu andır yada size çok yaklaşmıştır.
Dolayısıyla, düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir.
Peki ne yapmalıyız, hayatın kıymetini bilmeli bize verilen ömrü en güzel şekilde değerlendirmeliyiz, bunu hiçbir şeyi umursamazca mı yapalım ? tabiiki Hayır.
O zaman nasıl davranalım?
İnsana verilen en önemli şey akıldır, aklımızı kullanırsak ne yapmamız gerektiğini, nasıl yaşamamız gerektiğini, neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini anlayabilir, görebiliriz.
Ancak aklımızı kullanırsak gerçeği görebiliriz.
Gerçek nedir? Gereken nedir? Hepsi etrafımızda ve gözümüzün önünde duruyor.Anlayana, görene, bilene
15 Eylül 2008 Pazartesi
Famous Dancers > Anna Pavlova

Anna Pavlova
Anna Pavlovna Pavlova (January 31, 1881 (Old Style)/February 12, 1881 (New Style) - January 23, 1931) was the most famous ballet dancer of the early 20th century.
Born in St. Petersburg, Russia to a poor peasant family, she trained at the Imperial Ballet School until she graduated at age 18. Then danced with the Mariinsky Theatre. In the first years of the Ballets Russes she worked briefly for Serge Diaghilev before founding her own company and performing throughout the world.
Her most famous showpiece was The Dying Swan choreographed for her by Michel Fokine. The music piece was the Swan part of Camille Saint-Saëns the Carnival of the Animals.
Anna Pavlova
(portrait by Jean Thomassen)
She died of pleurisy in The Hague, Netherlands while touring. Her remains were recently moved to the Novodevichy Cemetery in Moscow.
The pavlova dessert was named after her, although its origins are disputed. Both Australia and New Zealand have claimed the credit.
12 Ağustos 2008 Salı
LOVE (Metta)
LOVE (Metta)
Love, without desire to possess, knowing well that in the ultimate sense there is no possession and no possessor: this is the highest love.
Love, without speaking and thinking of "I," knowing well that this so-called "I" is a mere delusion.
Love, without selecting and excluding, knowing well that to do so means to create love's own contrasts: dislike, aversion and hatred.
Love, embracing all beings: small and great, far and near, be it on earth, in the water or in the air.
Love, embracing impartially all sentient beings, and not only those who are useful, pleasing or amusing to us.
Love, embracing all beings, be they noble-minded or low-minded, good or evil. The noble and the good are embraced because Love is flowing to them spontaneously. The low-minded and evil-minded are included because they are those who are most in need of Love. In many of them the seed of goodness may have died merely because warmth was lacking for its growth, because it perished from cold in a loveless world.
Love, embracing all beings, knowing well that we all are fellow wayfarers through this round of existence -- that we all are overcome by the same law of suffering.
Love, but not the sensuous fire that burns, scorches and tortures, that inflicts more wounds than it cures -- flaring up now, at the next moment being extinguished, leaving behind more coldness and loneliness than was felt before.
Rather, Love that lies like a soft but firm hand on the ailing beings, ever unchanged in its sympathy, without wavering, unconcerned with any response it meets. Love that is comforting coolness to those who burn with the fire of suffering and passion; that is life-giving warmth to those abandoned in the cold desert of loneliness, to those who are shivering in the frost of a loveless world; to those whose hearts have become as if empty and dry by the repeated calls for help, by deepest despair.
Love, that is a sublime nobility of heart and intellect which knows, understands and is ready to help.
Love, that is strength and gives strength: this is the highest Love.
Love, which by the Enlightened One was named "the liberation of the heart," "the most sublime beauty": this is the highest Love.
And what is the highest manifestation of Love?
To show to the world the path leading to the end of suffering, the path pointed out, trodden, and realized to perfection by Him, the Exalted One, the Buddha.
Love, without desire to possess, knowing well that in the ultimate sense there is no possession and no possessor: this is the highest love.
Love, without speaking and thinking of "I," knowing well that this so-called "I" is a mere delusion.
Love, without selecting and excluding, knowing well that to do so means to create love's own contrasts: dislike, aversion and hatred.
Love, embracing all beings: small and great, far and near, be it on earth, in the water or in the air.
Love, embracing impartially all sentient beings, and not only those who are useful, pleasing or amusing to us.
Love, embracing all beings, be they noble-minded or low-minded, good or evil. The noble and the good are embraced because Love is flowing to them spontaneously. The low-minded and evil-minded are included because they are those who are most in need of Love. In many of them the seed of goodness may have died merely because warmth was lacking for its growth, because it perished from cold in a loveless world.
Love, embracing all beings, knowing well that we all are fellow wayfarers through this round of existence -- that we all are overcome by the same law of suffering.
Love, but not the sensuous fire that burns, scorches and tortures, that inflicts more wounds than it cures -- flaring up now, at the next moment being extinguished, leaving behind more coldness and loneliness than was felt before.
Rather, Love that lies like a soft but firm hand on the ailing beings, ever unchanged in its sympathy, without wavering, unconcerned with any response it meets. Love that is comforting coolness to those who burn with the fire of suffering and passion; that is life-giving warmth to those abandoned in the cold desert of loneliness, to those who are shivering in the frost of a loveless world; to those whose hearts have become as if empty and dry by the repeated calls for help, by deepest despair.
Love, that is a sublime nobility of heart and intellect which knows, understands and is ready to help.
Love, that is strength and gives strength: this is the highest Love.
Love, which by the Enlightened One was named "the liberation of the heart," "the most sublime beauty": this is the highest Love.
And what is the highest manifestation of Love?
To show to the world the path leading to the end of suffering, the path pointed out, trodden, and realized to perfection by Him, the Exalted One, the Buddha.
5 Ağustos 2008 Salı
AŞK MI SEVGİ Mİ?
AŞK MI SEVGİ Mİ?
Aşk mı yoksa sevgi mi. Aşk'a "neyin eksik" diye sorsam herhalde bana "sevgi" karşılığını verirdi. Sevgiye de aynı soruyu yönlendirsem cevap heralde "Aşk" olurdu. Bana kalırsa bu iki kavram birbirinden farklı şeyler. Gerek aşk ve gerekse de sevgi, güzel insanın bir yansımasıdır. Birbirlerine muhtaç iki kavramlardır.
Fakat bu kavramların birbirlerinden farklı olduğunu öne sürebilirim. Çünkü aşk, biryere kadar güzel şeyler olsa da, aşkın bitmesi kötü şeylere gebe mi olmalı? Onu devam ettirecek, aşkın bitmesiyle devreye girecek sevgi kavramı bu planda öne çıkar. Çünkü bir insanı aşk ile sevmek yerine, bence sevgi ile ona tutulmak uzun bir mutluluğun ilacı olacaktır. Aşk geçici ise sevgi uzun bir süreç. Sevgi beraberinde de saygıyı da getireceğinden mutlu insan karikatürünü daha iyi çizecektir.
Bana kalırsa aşk mı yoksa sevgi mi diye bana bir soru yönlendirilse heralde sevgiyi tercih ederdim. Tabi ki bu aşk'ı dışlama değildir. Fakat aşk, birçok durumda yanıltıcı olabilmekde, dikeni gül gibi gösterebilmekte, bittiği anda ise üzücü sonuçları getirebilmektedir. Bu nedenle sevgiyi tercih ediyorum. Sevginin ardından aşk ikinci planda var ise, bu daha da güzel bir hal alır.
Aşk mı yoksa sevgi mi. Aşk'a "neyin eksik" diye sorsam herhalde bana "sevgi" karşılığını verirdi. Sevgiye de aynı soruyu yönlendirsem cevap heralde "Aşk" olurdu. Bana kalırsa bu iki kavram birbirinden farklı şeyler. Gerek aşk ve gerekse de sevgi, güzel insanın bir yansımasıdır. Birbirlerine muhtaç iki kavramlardır.
Fakat bu kavramların birbirlerinden farklı olduğunu öne sürebilirim. Çünkü aşk, biryere kadar güzel şeyler olsa da, aşkın bitmesi kötü şeylere gebe mi olmalı? Onu devam ettirecek, aşkın bitmesiyle devreye girecek sevgi kavramı bu planda öne çıkar. Çünkü bir insanı aşk ile sevmek yerine, bence sevgi ile ona tutulmak uzun bir mutluluğun ilacı olacaktır. Aşk geçici ise sevgi uzun bir süreç. Sevgi beraberinde de saygıyı da getireceğinden mutlu insan karikatürünü daha iyi çizecektir.
Bana kalırsa aşk mı yoksa sevgi mi diye bana bir soru yönlendirilse heralde sevgiyi tercih ederdim. Tabi ki bu aşk'ı dışlama değildir. Fakat aşk, birçok durumda yanıltıcı olabilmekde, dikeni gül gibi gösterebilmekte, bittiği anda ise üzücü sonuçları getirebilmektedir. Bu nedenle sevgiyi tercih ediyorum. Sevginin ardından aşk ikinci planda var ise, bu daha da güzel bir hal alır.
2 Ağustos 2008 Cumartesi
AŞKIN 50 İŞARETİ
AŞKIN 50 İŞARETİ Birbirinizi gerçekten sevip sevmediğinizi anlamak için ipuçlarına ihtiyacınız var. İşte biz de bu ipuçlarını araştırdık. Biliyoruz aşk bağlarınız kuvvetli ama siz yine de emin olun! 1- "Seni seviyorum" demeye doymuyorsanız. 2- En bakımsız halinizi bile görmesine aldırmıyorsanız. 3- En bakımsız halinize bile bayılıyorsa. 4- En sarhoş olduğu zamanlarda bile, asla size eski sevgilisinin adıyla hitap etmiyorsa. 5- Eski sevgilinizi gördüğünüzde içiniz kıpır kıpır olmuyorsa. 6- İş seyahatine çıktığında ondan haber alamadığınızda, sinirlenmek yerine, başına birşey gelmesinden endişe ediyorsanız. 7- Gazetenin 3. sayfasını okurken gördüğünüz kötü haberler sizi çok etkiliyorsa ve "ya o da böyle bir kaza geçirirse" diye düşünüp telaşa kapılıyorsanız. 8- Başınız çok ağrıdığında, uyumanıza yardım etmek için, bütün gece size Sindrella'yı ve Robin Hood'u anlatıyorsa 9- Birlikte tatlı yaparken çok eğleniyorsanız. 10- Alışverişten sonra sizinle ilgileniyorsa. Ama sadece kredi kartı borcunuzu öğrenmek için değil, aldığınız şeyleri görmek için. 11- Yedekte adam tutmak huyunuz, esrarengiz bir şekilde sizi huzursuz etmeye başladıysa. 12- Sizin için çok önemli bir toplantıda, yüzünüzde bir gülümsemeyle hayallere dalıyorsanız. 13- En aptal aşk şarkıları bile size son derece anlamlı geliyorsa. 14- Eski Türk filmleri sizi ağlatmaya başladıysa. 15- Çevrenizdekiler, sizin çok daha anlayışlı ve pozitif biri haline geldiğinizi söylemeye başladılarsa. 16- Daha telefon çalarken, onun aradığını anlıyorsanız. 17- Siz seyahatteyken, hergün çiçeklerinizi sulamak için size uğruyorsa. 18- Size araba kullanmayı öğretirken, sabrını sonuna kadar muhafaza edebiliyorsa. 19- Saçınızın rengini bir ton bile değiştirseniz, loş ışıkta dahi farkı anlıyorsa. 20- Birbirinizin kredi kartı şifresini biliyorsanız. 21- Annenizle sevgi dolu bir ses tonuyla konuşuyorsa. 22- Annesiyle sevgi dolu bir ses tonuyla konuşuyorsanız. 23- Henüz evlenmeden çocuk isimlerinden bahsetmeye başladıysanız. 24- Onsuz tatile çıktınız ve bütün vaktinizi telefon başında onu ne kadar çok özlediğinizi anlatarak geçirdiniz. 25- Canınız işe gitmek istemediğinde sizin için patronunuzu arayıp hasta olduğunuzu söylüyorsa. 26- Siz kilo aldıkça, tombul kadınları sevdiğinden bahsediyorsa. 27- Üzerinde son derece eski moda giysiler olsa bile, onunla en yakın arkadaşlarınızın uğrak mekanı olan bara gitmekten rahatsız olmuyorsanız. 28- Size durup dururken çiçek alıyorsa. 29- Size hala oyuncak ayılar ve tüylü köpekler alıyorsa. 30- Ne kadar saklamaya çalışsanız da, bugün sizin için kötü giden birşeyler olduğunu farkediyorsa. 31- Yorgun olduğunda bile size seve seve masaj yapıyorsa. 32- Onun yüzünden eğitiminizi yarım bırakmanın veya kariyerinize zarar verecek bir adım atmanın "fedakarlık" olduğunun farkındaysa. 33- Başınız sıkıştığında ilk aklınıza gelen onun koruyucu omuzlarına ihtiyacınız olduğuysa. 34- Sizin için yemek, temizlik hatta ütü yapıyorsa. 35- Arkadaşlarınızla vakit geçirmeniz ve onun dışında da bir hayatınız olması konusunda sizi>destekliyorsa. 36- Özel günleri asla unutmuyor ve ufakta olsa mutlaka bir hediye alıyorsa. 37- Sizin için ağlamaktan utanmıyor hatta bunun için gurur duyuyorsa. 38- Çok paraya ihtiyacınız olduğu bir dönemde hiç düşünmeden bilgisayarını satabilecek kadar düşünceliyse. 39- Bir sorunu olduğunda ima yoluna gitmek yerine açık açık konuşmayı tercih ediyorsa. 40- Aynı bir şarj makinesi gibi enerjinizi tazeliyorsa. 41- Gecenin bir yarısı, sadece sizi sevdiğini söylemek için telefon ediyorsa. 42- Nasıl olsa birlikte yaşıyorsunuz diye kendini boşvermiyorsa. İlişkinizi taze tutmak için çaba sarfediyorsa. Mesela en sevdiğiniz restoranda rezervasyon yaptırıp size sürpriz ve romantik bir gece hazırlıyorsa. 43- Size ayak uydurmak için tenis dersleri alıyorsa. 44- Birlikte dans dersleri almayı teklif ediyorsa. 45- Gece kulüplerinde piyasa yapmaktansa, sizinle evde video seyretmeyi tercih ediyorsa. 46- Pijamalı halinizi gece kulüplerindeki çarpıcı kadınlara tercih ediyorsa. 47- Kendisi acılı sevdiği halde, sizin için yemeği acısız ısmarlıyorsa. 48- Sizin için dünyanın öbür ucuna giderse. 49- Size gözü gibi bakıyorsa ve gözleri 6 numara bozuk değilse. 50- Size hergün "Sevgililer Günü"yse. KONFÜÇYÜS'ÜN ASK ÖĞÜTLERİ -Tedavi edilemez derecede romantik olun. 2-Birlikte kitap okuyun, elele tutusun ve birlikte duzenli yuruyuslere cikin. 3-Gulumsemeler bulasicidir.Ona da bulastirin. 4-Guvenilir bir sirdas olun ve onu hic kimseye sikayet etmeyin. 5-Onun en sevdigi cicegi, rengi, muzigi, siiri ve yazari bilin. 6-Ona, beklemedigi hos surprizler yapin.Hicbir neden yokken de kart ya da kucuk ask notlari yollayin. 7-Birbiriniz icin ozel ve gizli takma adlar bulun. 8-Ask, birlikte sacmalamaktir.Arada bir, birlikte sonuna kadar sacmalayin. 9-Kimin hakli oldugunu tartismayin, neyin dogru olduguna karar verin.Her tartisma sonunda baris anlasmasini bir opucukle imzalayin. 10-Sevdiginizi yalnizca onun duyabilecegi bicimde elestirin. ovgunuzu ise butun dunyaya duyurun. 11-Bedeninize iyi bakin.Daima saglikli ve dinc olmayi hem kendinize ve hem de ona borc bilin. 12-Bir kucaklasmadan ilk ayrilan siz olmayin. 13-Es secmek kitap secmeye benzer, iyi tasarlanmis bir kapak ve cilt ilginizi cekebilir. icerigi saglam olmadikca sonunu getirmek zordur. 14-Ask icin evlenin. Hem esinizin hem de kendinizin en iyi arkadasi olun.
duygular
Ey Güzel İnsan!
Sessiz Sevdaların Bitiremediği, Sözcüklerin İfade Edemediği, Bahar Aylarının Varlığını Kıskandığı,
Sen, Sen İçimin İnce Büyük Derin Sızısı.! Seni Seviyorum...
"Seni Seviyorum" Yazarken Eriyorum, Her Eriyişimde Birkez Daha "Seni Seviyorum"
Hepsi Bu, "Seni Seviyorum"...
SEVGINE IHTIYACIM VAR, bana yaklaşan durağanlaşmış beyninde ki düşüncelerin nokta bitişlerine. Uzaklarda olduğumu düşlediğinde senden bir nebze uzaklaşmadan senli dünlerde ayakta kalma çabalarıma inanmana, parmak uçlarımda ki hislerimden acılarına sebebiyet verenlere olan nefretimin büyümesine olan engelleme çabalarına sahip çıkamayan beynimin aslında kendine verdiği sızılardan vazgeçme gayretleriyle cebelleşip duruyorken bakışlarındaki ışığa ihtiyacım var. Benliğimde bastırdığım sana olan vazgeçilmez hislerimi beyninde açığa çıkarma duygularımın yüreğimdeki fırtınanın dinmediğini cümlelerimin arasına sıkıştırılmış göğsümün o ince sızısından göğsünün sol yarısına akan hislerimi anlamana ihtiyacım var. "seni sevdiğimi daha önce söylemişmiydim ?" cümlesinin dudaklarından çıkarken "hayır" diye anlamsız bir cümle kurup sesindeki sevgiyi defalarca duymak isteyen "ben" in sana ihtiyacı var. Yanan kalemime dokunmadan sevdalı kalemimin ucundan dökülen yazıların sana ait olduğunu bilmene ihtiyacım var. "Sen"i kaybetmekten her adımda korkan benin sevdanı bilmeye ihtiyacı var...
Ağla! Ben de ağlarım, gözyaşlarım özlemine az kalır, buralarda nem var! Nem varsa sende kalır daha çağırırken beni anı bile kalmaya tenezzül etmeyen o dağ dorukları... Sömürgem yaşlar durur sesime kırgın ayrılıkları... Ağla sömürgem... Belki dönemem; oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır, kış yanar, düş üşür yüreğimde... Ağlarım gözyaşlarım yine beyaz kalır.
Bir tür gurur bu... birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi ellerimizle onu yoketmek bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu hayata bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırış...
yağmur yağacak az sonra, hep ağlamaklı olurum yağmur yağdığında yüreğim üşür. gözlerim üşür. içimdeki kuşlar uçar gider...
Sessiz Sevdaların Bitiremediği, Sözcüklerin İfade Edemediği, Bahar Aylarının Varlığını Kıskandığı,
Sen, Sen İçimin İnce Büyük Derin Sızısı.! Seni Seviyorum...
"Seni Seviyorum" Yazarken Eriyorum, Her Eriyişimde Birkez Daha "Seni Seviyorum"
Hepsi Bu, "Seni Seviyorum"...
SEVGINE IHTIYACIM VAR, bana yaklaşan durağanlaşmış beyninde ki düşüncelerin nokta bitişlerine. Uzaklarda olduğumu düşlediğinde senden bir nebze uzaklaşmadan senli dünlerde ayakta kalma çabalarıma inanmana, parmak uçlarımda ki hislerimden acılarına sebebiyet verenlere olan nefretimin büyümesine olan engelleme çabalarına sahip çıkamayan beynimin aslında kendine verdiği sızılardan vazgeçme gayretleriyle cebelleşip duruyorken bakışlarındaki ışığa ihtiyacım var. Benliğimde bastırdığım sana olan vazgeçilmez hislerimi beyninde açığa çıkarma duygularımın yüreğimdeki fırtınanın dinmediğini cümlelerimin arasına sıkıştırılmış göğsümün o ince sızısından göğsünün sol yarısına akan hislerimi anlamana ihtiyacım var. "seni sevdiğimi daha önce söylemişmiydim ?" cümlesinin dudaklarından çıkarken "hayır" diye anlamsız bir cümle kurup sesindeki sevgiyi defalarca duymak isteyen "ben" in sana ihtiyacı var. Yanan kalemime dokunmadan sevdalı kalemimin ucundan dökülen yazıların sana ait olduğunu bilmene ihtiyacım var. "Sen"i kaybetmekten her adımda korkan benin sevdanı bilmeye ihtiyacı var...
Ağla! Ben de ağlarım, gözyaşlarım özlemine az kalır, buralarda nem var! Nem varsa sende kalır daha çağırırken beni anı bile kalmaya tenezzül etmeyen o dağ dorukları... Sömürgem yaşlar durur sesime kırgın ayrılıkları... Ağla sömürgem... Belki dönemem; oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır, kış yanar, düş üşür yüreğimde... Ağlarım gözyaşlarım yine beyaz kalır.
Bir tür gurur bu... birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi ellerimizle onu yoketmek bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu hayata bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırış...
yağmur yağacak az sonra, hep ağlamaklı olurum yağmur yağdığında yüreğim üşür. gözlerim üşür. içimdeki kuşlar uçar gider...
30 Temmuz 2008 Çarşamba
SEVGI NEDIR?
SEVGI NEDIR?
Hemen hemen herkes bu soruya kendince bir cevap bulmustur.
Sevgi kimine göre bir duygudur,kiminin inanmadigi,kiminin taptigi bir duygu.
Sen arkadasim! Bana sevginin tanimini yap dedigimde ,bana verecegin ilk cevap ne olurdu?
Tahmin edebiliyorum.
Buna cevap vermek gerçekten çok zor.
Imkansiz degil ama zor.
Sevgi için bir çok tanim yapilir.
Ama gerçek cevabin "sevgi" kelimesinin içinde oldugunun kimse farkinda degildir.
Sevgi sevgidir!
Sevgi bir sakizi sevdiginle paylasmaktir,sevgi hissetmektir,sevgi dokunmaktir,sevgi aglamaktir sevgi gülmek,sevinmektir sevgi,düsünmektir,sevgi acimaktir,sevgi annedir,sevgi çocuktur,sevgi devlettir,sevgi Allah... Sevgi sensin ,sevgi ben,sevgi o....
Sevgi çok seydir,sevgi asktir,arkadasliktir,dostluktur,komsuluktur...
Sevgi her seydir be güzelim...Sevgi her sey...
SEVGI SENSIN BE GÜZELIM SEVGI SENSIN ANLIYOR MUSUN SEN!!!
Bir Yürekte Cannn olabilir misiniz?
O yürege Can Katabilir misiniz?
Bir Cannn'immm kelimesine o yürekte bin anlam katabilir misiniz?
Gözlerde isiltilar, piriltilar görebilir misiniz?
Çalinmis Zamanlari renk renk yasayabilir misiniz?
Ellerin,gözlerdeki isiltilarin o yüregin sicakligini birebir yansittigini algilayabilir/algilatabilir misiniz?
Ya yüzlerce, binlerce renklerin disinda renkler bilir misiniz?
Can sesini duydugunuzda yüreginizde; ürperti ve titresimlerin getirdigi telasin midenize vurusunu bilir misiniz? Imge'lerin tadini bilir misiniz?
Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin yetersiz kaldigini bilir misiniz?
Dizlerinizin, omuzunuzun, gögsünüzün can atesini arayisini bilir misiniz?
Avuçlarinizin; Can Çiçeginin ellerini, saçlarini, yüzünü özümleyisini bilir misiniz?
Saçlarina, gözlerine, burnuna, dudaklarina ve tenine dokunusun hazini bilebilir misiniz?
Kalabaliklarda sessizlik sarkilari söylemeyi bilir misiniz?
Ya ellerin dansini bilebilir misiniz? Sikica sarmanin, yürege katmanin tadinin haza dönüsümünü, Onun dizlerinde, omuzlarinda, sonsuza kadar kalmayi hatta yok olmayi isteyebilir misiniz?
Yani dostlugu+yüregi+ruhu+mantigi ve bedeni tek tek sirayla yasamayi, yudum yudum yürege katmayi bilebilir misiniz?
Kim bilebilir!
kim bilebilir ki!..
kim yasamis ve yasatmistir, kim algilatmis ve algilamistir ki, kimin gözleri acimistir, kimin yüregi kanamistir, kim deli yürek olmustur, kimin yüregine yagmurlar yagmistir/yagdirilmistir ve kim bu "misiniz" leri ve"kim"leri birebir yasamsalina katmistir ki :)
Iste bütün bunlari sadece ama sadece CANA CAN KATANLAR bilir yani biz
Hemen hemen herkes bu soruya kendince bir cevap bulmustur.
Sevgi kimine göre bir duygudur,kiminin inanmadigi,kiminin taptigi bir duygu.
Sen arkadasim! Bana sevginin tanimini yap dedigimde ,bana verecegin ilk cevap ne olurdu?
Tahmin edebiliyorum.
Buna cevap vermek gerçekten çok zor.
Imkansiz degil ama zor.
Sevgi için bir çok tanim yapilir.
Ama gerçek cevabin "sevgi" kelimesinin içinde oldugunun kimse farkinda degildir.
Sevgi sevgidir!
Sevgi bir sakizi sevdiginle paylasmaktir,sevgi hissetmektir,sevgi dokunmaktir,sevgi aglamaktir sevgi gülmek,sevinmektir sevgi,düsünmektir,sevgi acimaktir,sevgi annedir,sevgi çocuktur,sevgi devlettir,sevgi Allah... Sevgi sensin ,sevgi ben,sevgi o....
Sevgi çok seydir,sevgi asktir,arkadasliktir,dostluktur,komsuluktur...
Sevgi her seydir be güzelim...Sevgi her sey...
SEVGI SENSIN BE GÜZELIM SEVGI SENSIN ANLIYOR MUSUN SEN!!!
Bir Yürekte Cannn olabilir misiniz?
O yürege Can Katabilir misiniz?
Bir Cannn'immm kelimesine o yürekte bin anlam katabilir misiniz?
Gözlerde isiltilar, piriltilar görebilir misiniz?
Çalinmis Zamanlari renk renk yasayabilir misiniz?
Ellerin,gözlerdeki isiltilarin o yüregin sicakligini birebir yansittigini algilayabilir/algilatabilir misiniz?
Ya yüzlerce, binlerce renklerin disinda renkler bilir misiniz?
Can sesini duydugunuzda yüreginizde; ürperti ve titresimlerin getirdigi telasin midenize vurusunu bilir misiniz? Imge'lerin tadini bilir misiniz?
Ya kelimelerin, mimiklerin, ifadelerin yetersiz kaldigini bilir misiniz?
Dizlerinizin, omuzunuzun, gögsünüzün can atesini arayisini bilir misiniz?
Avuçlarinizin; Can Çiçeginin ellerini, saçlarini, yüzünü özümleyisini bilir misiniz?
Saçlarina, gözlerine, burnuna, dudaklarina ve tenine dokunusun hazini bilebilir misiniz?
Kalabaliklarda sessizlik sarkilari söylemeyi bilir misiniz?
Ya ellerin dansini bilebilir misiniz? Sikica sarmanin, yürege katmanin tadinin haza dönüsümünü, Onun dizlerinde, omuzlarinda, sonsuza kadar kalmayi hatta yok olmayi isteyebilir misiniz?
Yani dostlugu+yüregi+ruhu+mantigi ve bedeni tek tek sirayla yasamayi, yudum yudum yürege katmayi bilebilir misiniz?
Kim bilebilir!
kim bilebilir ki!..
kim yasamis ve yasatmistir, kim algilatmis ve algilamistir ki, kimin gözleri acimistir, kimin yüregi kanamistir, kim deli yürek olmustur, kimin yüregine yagmurlar yagmistir/yagdirilmistir ve kim bu "misiniz" leri ve"kim"leri birebir yasamsalina katmistir ki :)
Iste bütün bunlari sadece ama sadece CANA CAN KATANLAR bilir yani biz
29 Temmuz 2008 Salı
28 Temmuz 2008 Pazartesi
Arkadaşlık ve Dostluk üzerine...
Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır..
Arkadaş senin ağladığını görmez,
Dostunun omuzu ise senin göz yaşlarınla ıslanır...
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider..
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için...
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
Dost ise tekrar arar..
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
Dost ise her zaman senin arkandadır...
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder..
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır...
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır..
Arkadaş senin ağladığını görmez,
Dostunun omuzu ise senin göz yaşlarınla ıslanır...
Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider..
Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için...
Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
Dost ise tekrar arar..
Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
Dost ise her zaman senin arkandadır...
Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder..
Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır...
25 Temmuz 2008 Cuma
Muslim College Life; Dating, Drinking and Deen
Muslim College Life; Dating, Drinking and Deen
by Huma Ahmad
Freedom. Young people live for the day when they can move out of the house and go to college and finally be free. Freedom from their parents, from restrictions on their lifestyle, from everyone telling them what to do. This is why in college you find a whole generation that does what they want. Life's short they say, let's enjoy ourselves while we can.
So it goes for Muslims. In college you find the most amazing things, Muslims who don't pray, Muslims who date, Muslims who attend MSA meetings but go out to parties and drink. Why is this happening?
For one, when students go off to university they finally realize that what they beleived in was blind. Religion becomes like a fairytale, when they got old enough, they knew better than to believe in it. Most have little knowledge about Islam and have maybe memorized the right rituals to get by. Why beleive something on faith, they ask. After all we cannot see heaven or hell. How do we know Islam is right anyway?
Islamic culture to them means marrying someone they never knew. It means arranged marriages and never hanging out or having fun. For girls Islamic culture has even less to offer. It would mean double standards or having to serve a husband the rest of her life.
The western alternative to this looks alot more attractive. In western culture "love and romance" are supposedly everywhere. Everyone is out looking for love freely. Meeting someone, going out, seeking pleasure sounds alot better. But what about the downside? For love at first sight, you need to have the right image, the right hair, the right clothes. Girls have to aspire to be like the latest supermodels, they have to hold back age. Who's going out with who, what are my friends thinking, what will happen if I don't get the right girl or guy, what is my girlfriend or boyfriend thinking, all become important. Frustration, desperation, and unhappiness become the norm.
Imagine all the heartache youth would save if they followed the Islamic alternative. In true Islam, unlike culture, there is no gameplaying. If two people wish to be involved they are both straight with one another. Unlike what goes on today amongst some Muslims, they both meet each other and make a contract to marry. Women are treated with respect, there is no sexual bombardment like there is in western society. Sex in western culture is also often seen as a vice or a sin of the flesh. But even in religious Islam, sex is seen as natural. As long as it is in the right circumstances, when the two are committed to one another in marriage.
Drinking in college is also the norm unfortunately. If you don't drink or party you're seen as weird. Drinking is cool and a way for people to socialize, meet and have fun. The one who doesn't is less of a person and 'misses out'. Drinking and all the harms that come with it is cut off at the root in Islam. So many problems are avoided, accidents, pregnancy, violence and even rape for example.
In college and in the world, success in life is not seen in terms of religion. It is seen as what other people think, one's careers, how much money they make. If you are religious you must have failed at life. But why do we have this seperation? and this blindness in religion?
The Quran tells us again and again not to have blind faith, not to folllow the religion of our forefathers.
Yet, we as Muslims have stopped thinking. We may think about what our friends or other people will say, but we avoid thinking about the real issues. We spend so much time on the opposite sex, thinking about careers, money etc, but we forget to think about death and how much of this we will really be able to take with us?
"Every soul shall have a taste of death and only on the Day of Judgement shall you be paid your full recompense...for the life of this world is but goods and chattels of deception" (Quran 3:185)
Shouldn't we take the time to comtemplate what will happen to us after we hit the grave? After all, what is the point of life if we are not accountable for our actions? If there is no creator, what is the point of being honest or good.
If we really look at our life we see that everything is indefinate, getting a job, even living until tomorrow. In fact we could die anytime, this is a definate, the _only_ dead certain thing in our life. Most of us believe we can make up for our actions later or we can be religious later. We are gambling. The chances of our dying today are little, but the stakes are high. Allah reminds us of the importance of this, "O you who beleive, obey Allah as he should be obeyed, and die not except in a state of Islam" (Quran3:102)
Each of us needs to decide. Is Islam right or not? Why don't we take the time, just once, once in our lives to find out if Islam is right. Is the Quran from God or not? We can't see God, but is there a maker to all this? We need to study nature, and the world. We only live once, if Islam is wrong then we should leave it, but if it's right we shouldn't go halfway. We shouldn't go to a club thinking we are only going to 'hang out and are not doing anything wrong' then feel guilty about it later. We shouldn't go on a date or drink, then feel guilty about it, worrying about hellfire. If Islam is right, we should follow it.
On the Day of Judgement it will be us alone who will be asked about our actions. If Islam is right and we are not following this deen completely, we are injuring our own soul, both in this life and the next.
"Verily We have revealed the Book to thee in truth, for (instructing) mankind. He, then that receives guidance beinfits his own soul: but he that strays injurs his own soul..." Quran 39:41
This is the true definition of freedom. To learn about Islam and the world openly. To contemplate about life and death. And after learning the truth, obeying the word of God. "Those on whom knowledge has been bestowed may learn that the (Quran) is the truth from your Lord, and that they beleive therein, and their hearts may be made humbly (open)to it..." Quran 22:54
Once students have this rock-solid intellectual beleif in Islam, the corruptness and falseness of the people around them is clear. The beauty and wisdom of the islamic way, the best alternative is clear. What other's do is of less importance. If others think they were weird to pray or weird to be honest, they would still pray and still be honest because they know their deen.
The Prophet(SAW)'s famous hadith to 'seek knowledge even if it leads to china' or to 'seek knowledge from the cradle to the grave' is too often forgotten by students. Our Quran's are left on the top shelves, gathering dust. Sometimes the most it is read is when someone dies. How is this to help, when the guidance comes too late. The Quran is for the living. The path to understanding and following Islam comes from learning first.
How many of us are Muslim, yet have never read the Quran in our native language?
How many of us are Muslim, yet have yet to open a book on hadith or sunnah?
How many of us defend Islam to non-Muslims, but do not follow it ourselves?
May Allah forgive and lead us and all those lost to the straight path, inshaAllah.
Ameen.
based on a talk by Abdul Wajid "Born to be Brown", UK
by Huma Ahmad
Freedom. Young people live for the day when they can move out of the house and go to college and finally be free. Freedom from their parents, from restrictions on their lifestyle, from everyone telling them what to do. This is why in college you find a whole generation that does what they want. Life's short they say, let's enjoy ourselves while we can.
So it goes for Muslims. In college you find the most amazing things, Muslims who don't pray, Muslims who date, Muslims who attend MSA meetings but go out to parties and drink. Why is this happening?
For one, when students go off to university they finally realize that what they beleived in was blind. Religion becomes like a fairytale, when they got old enough, they knew better than to believe in it. Most have little knowledge about Islam and have maybe memorized the right rituals to get by. Why beleive something on faith, they ask. After all we cannot see heaven or hell. How do we know Islam is right anyway?
Islamic culture to them means marrying someone they never knew. It means arranged marriages and never hanging out or having fun. For girls Islamic culture has even less to offer. It would mean double standards or having to serve a husband the rest of her life.
The western alternative to this looks alot more attractive. In western culture "love and romance" are supposedly everywhere. Everyone is out looking for love freely. Meeting someone, going out, seeking pleasure sounds alot better. But what about the downside? For love at first sight, you need to have the right image, the right hair, the right clothes. Girls have to aspire to be like the latest supermodels, they have to hold back age. Who's going out with who, what are my friends thinking, what will happen if I don't get the right girl or guy, what is my girlfriend or boyfriend thinking, all become important. Frustration, desperation, and unhappiness become the norm.
Imagine all the heartache youth would save if they followed the Islamic alternative. In true Islam, unlike culture, there is no gameplaying. If two people wish to be involved they are both straight with one another. Unlike what goes on today amongst some Muslims, they both meet each other and make a contract to marry. Women are treated with respect, there is no sexual bombardment like there is in western society. Sex in western culture is also often seen as a vice or a sin of the flesh. But even in religious Islam, sex is seen as natural. As long as it is in the right circumstances, when the two are committed to one another in marriage.
Drinking in college is also the norm unfortunately. If you don't drink or party you're seen as weird. Drinking is cool and a way for people to socialize, meet and have fun. The one who doesn't is less of a person and 'misses out'. Drinking and all the harms that come with it is cut off at the root in Islam. So many problems are avoided, accidents, pregnancy, violence and even rape for example.
In college and in the world, success in life is not seen in terms of religion. It is seen as what other people think, one's careers, how much money they make. If you are religious you must have failed at life. But why do we have this seperation? and this blindness in religion?
The Quran tells us again and again not to have blind faith, not to folllow the religion of our forefathers.
Yet, we as Muslims have stopped thinking. We may think about what our friends or other people will say, but we avoid thinking about the real issues. We spend so much time on the opposite sex, thinking about careers, money etc, but we forget to think about death and how much of this we will really be able to take with us?
"Every soul shall have a taste of death and only on the Day of Judgement shall you be paid your full recompense...for the life of this world is but goods and chattels of deception" (Quran 3:185)
Shouldn't we take the time to comtemplate what will happen to us after we hit the grave? After all, what is the point of life if we are not accountable for our actions? If there is no creator, what is the point of being honest or good.
If we really look at our life we see that everything is indefinate, getting a job, even living until tomorrow. In fact we could die anytime, this is a definate, the _only_ dead certain thing in our life. Most of us believe we can make up for our actions later or we can be religious later. We are gambling. The chances of our dying today are little, but the stakes are high. Allah reminds us of the importance of this, "O you who beleive, obey Allah as he should be obeyed, and die not except in a state of Islam" (Quran3:102)
Each of us needs to decide. Is Islam right or not? Why don't we take the time, just once, once in our lives to find out if Islam is right. Is the Quran from God or not? We can't see God, but is there a maker to all this? We need to study nature, and the world. We only live once, if Islam is wrong then we should leave it, but if it's right we shouldn't go halfway. We shouldn't go to a club thinking we are only going to 'hang out and are not doing anything wrong' then feel guilty about it later. We shouldn't go on a date or drink, then feel guilty about it, worrying about hellfire. If Islam is right, we should follow it.
On the Day of Judgement it will be us alone who will be asked about our actions. If Islam is right and we are not following this deen completely, we are injuring our own soul, both in this life and the next.
"Verily We have revealed the Book to thee in truth, for (instructing) mankind. He, then that receives guidance beinfits his own soul: but he that strays injurs his own soul..." Quran 39:41
This is the true definition of freedom. To learn about Islam and the world openly. To contemplate about life and death. And after learning the truth, obeying the word of God. "Those on whom knowledge has been bestowed may learn that the (Quran) is the truth from your Lord, and that they beleive therein, and their hearts may be made humbly (open)to it..." Quran 22:54
Once students have this rock-solid intellectual beleif in Islam, the corruptness and falseness of the people around them is clear. The beauty and wisdom of the islamic way, the best alternative is clear. What other's do is of less importance. If others think they were weird to pray or weird to be honest, they would still pray and still be honest because they know their deen.
The Prophet(SAW)'s famous hadith to 'seek knowledge even if it leads to china' or to 'seek knowledge from the cradle to the grave' is too often forgotten by students. Our Quran's are left on the top shelves, gathering dust. Sometimes the most it is read is when someone dies. How is this to help, when the guidance comes too late. The Quran is for the living. The path to understanding and following Islam comes from learning first.
How many of us are Muslim, yet have never read the Quran in our native language?
How many of us are Muslim, yet have yet to open a book on hadith or sunnah?
How many of us defend Islam to non-Muslims, but do not follow it ourselves?
May Allah forgive and lead us and all those lost to the straight path, inshaAllah.
Ameen.
based on a talk by Abdul Wajid "Born to be Brown", UK
19 Temmuz 2008 Cumartesi
EYE AGE
EYE AGE
LAID DOWN FULL MOON LIGHT TO MY BED
EYES LIGHT LIGHT
NIGHT DARK DOG HOWL TELL
THE STREETS IS BEING DROWNED WITHOUT THE SOUND
SKY RED VANISH TEND
DARK STARS IS SLIPING
THE SEA PEACE IS CHANGEING THE BAD TEMPER
CONTROLLED LIGHTS ROAD HEIGHT LIE DOWN AND ONE DOT
DIE
THE SAIL IN THE SEA WAS HEAPED CORRECT THE HORIZON
CRY AUNT FISH SCENT
SUDDENLY ONE CHILD CRY COME EAR
MORE NEW WAKE UP IDEA
SLEEP BE SATISFIED EYES WITH ROOM DARK IN THAT MANNER ONE FILTER
LATER AGAIN SLEEP START EYES
AUTUMN LEAF EAT FALL DOWN
QUITE IS BREAKING THE SOUND
LOOK I THIS TIME
YOU MAKE DIFFERENT COME TOBACCO SMELL ROOM
BE FILTERED BROKEN GLASS INSIDE,
METHOD PUSH INTO TREMBLE SKY
UNDERSTAND THERE FORMATION
RECOGNIZE I, I ANY MORE
COME LIKE GO ROOM
ONE DREAM SLEEP BREAK INTO PIECES
LOOK FOR ME MAKE DIFFERENT VANISH
FOR A MOMENT STREET FIND POOR JACKET TIRED BODY
FOR A MOMENT STREET FIND POOR ALSO HAND WINE BOTTLE BECOME
KISS WANT LIP
FEELING BLIND THIS WINE SCENT
RUN AWAY BE AFRAID OF FROM ME
BLOOD DROP SKY
SUN RISE CLOUD CORNER BE TORN,
SUN RISE CLOUD MORNING BREEZE DOORS HUMMING WITH LAST
A SIDE ALWAYS STAYED COLD
TIRED POOR BODY COOL WATER EDGE COLLIDE
SILENTLY BE FILTERED WAVE BODY PLACES
GATHER RECOGNIZE PEOPLE HEAD
LOOK AT I ALSO KNOW MYSELF
ONE YOU THERE ME OLD RECOGNIZE
EYES ORIGIN STAY EYES
DRAW WANT EYES BUT DO
UNDERSTAND FULL OF EYES WET
BE FILTERED TREMBLING ONE LEAF LIKE BECAUSE OF
LOOK THIS EYE AGE
YOU LONELINESS ALSO DOCTRINE
LAID DOWN FULL MOON LIGHT TO MY BED
EYES LIGHT LIGHT
NIGHT DARK DOG HOWL TELL
THE STREETS IS BEING DROWNED WITHOUT THE SOUND
SKY RED VANISH TEND
DARK STARS IS SLIPING
THE SEA PEACE IS CHANGEING THE BAD TEMPER
CONTROLLED LIGHTS ROAD HEIGHT LIE DOWN AND ONE DOT
DIE
THE SAIL IN THE SEA WAS HEAPED CORRECT THE HORIZON
CRY AUNT FISH SCENT
SUDDENLY ONE CHILD CRY COME EAR
MORE NEW WAKE UP IDEA
SLEEP BE SATISFIED EYES WITH ROOM DARK IN THAT MANNER ONE FILTER
LATER AGAIN SLEEP START EYES
AUTUMN LEAF EAT FALL DOWN
QUITE IS BREAKING THE SOUND
LOOK I THIS TIME
YOU MAKE DIFFERENT COME TOBACCO SMELL ROOM
BE FILTERED BROKEN GLASS INSIDE,
METHOD PUSH INTO TREMBLE SKY
UNDERSTAND THERE FORMATION
RECOGNIZE I, I ANY MORE
COME LIKE GO ROOM
ONE DREAM SLEEP BREAK INTO PIECES
LOOK FOR ME MAKE DIFFERENT VANISH
FOR A MOMENT STREET FIND POOR JACKET TIRED BODY
FOR A MOMENT STREET FIND POOR ALSO HAND WINE BOTTLE BECOME
KISS WANT LIP
FEELING BLIND THIS WINE SCENT
RUN AWAY BE AFRAID OF FROM ME
BLOOD DROP SKY
SUN RISE CLOUD CORNER BE TORN,
SUN RISE CLOUD MORNING BREEZE DOORS HUMMING WITH LAST
A SIDE ALWAYS STAYED COLD
TIRED POOR BODY COOL WATER EDGE COLLIDE
SILENTLY BE FILTERED WAVE BODY PLACES
GATHER RECOGNIZE PEOPLE HEAD
LOOK AT I ALSO KNOW MYSELF
ONE YOU THERE ME OLD RECOGNIZE
EYES ORIGIN STAY EYES
DRAW WANT EYES BUT DO
UNDERSTAND FULL OF EYES WET
BE FILTERED TREMBLING ONE LEAF LIKE BECAUSE OF
LOOK THIS EYE AGE
YOU LONELINESS ALSO DOCTRINE
18 Temmuz 2008 Cuma
17 Temmuz 2008 Perşembe
The Opportunity to Choose Love
The Opportunity to Choose Love
It may be easy to look around our world today and see the appearance of chaos, difficulty and strife. Yet, when we come from an open heart, we can also see our opportunity to love all things into balance, joy, harmony and peace. This planet does not need more visions of desperation, fear, doubt and hate - it requires an abundance of love, especially unconditional love, to heal and restore the beauty contained in every moment. This becomes the easier path once we take the first step and begin to share our love.
When we bring unconditional love back into our personal, professional, community and family lives, we begin the journey of restoring wholeness and happiness to our planetary adventure. Of course it takes determined effort on our part as the old ways of being are quick to return in our mind. However, this effort to love is rewarded with a new perspective on everything and all life benefits as a result.
Here at The Love Foundation, whether through Global Love Day each May 1st, our annual Art, Essay and Poetry Invitational, the Love Ambassador or Act of Love designations, and our newest program, Loving Earth, each of these opportunities are simply ways to keep the understanding of love fresh in our collective hearts and minds.
Eight years ago we started this nonprofit organization as a way to inspire and remind people of the simple power of loving unconditionally. In just these few years, we have witnessed a growing worldwide momentum embracing this opportunity to bring the awareness of unconditional love back into our daily lives.
We look forward to expanding this dialogue and welcome you to walk this journey of unconditional love in your part of the world.
It may be easy to look around our world today and see the appearance of chaos, difficulty and strife. Yet, when we come from an open heart, we can also see our opportunity to love all things into balance, joy, harmony and peace. This planet does not need more visions of desperation, fear, doubt and hate - it requires an abundance of love, especially unconditional love, to heal and restore the beauty contained in every moment. This becomes the easier path once we take the first step and begin to share our love.
When we bring unconditional love back into our personal, professional, community and family lives, we begin the journey of restoring wholeness and happiness to our planetary adventure. Of course it takes determined effort on our part as the old ways of being are quick to return in our mind. However, this effort to love is rewarded with a new perspective on everything and all life benefits as a result.
Here at The Love Foundation, whether through Global Love Day each May 1st, our annual Art, Essay and Poetry Invitational, the Love Ambassador or Act of Love designations, and our newest program, Loving Earth, each of these opportunities are simply ways to keep the understanding of love fresh in our collective hearts and minds.
Eight years ago we started this nonprofit organization as a way to inspire and remind people of the simple power of loving unconditionally. In just these few years, we have witnessed a growing worldwide momentum embracing this opportunity to bring the awareness of unconditional love back into our daily lives.
We look forward to expanding this dialogue and welcome you to walk this journey of unconditional love in your part of the world.
DARWINISM IS THE RELIGION OF THE ANTICHRIST
DARWINISM IS THE RELIGION OF THE ANTICHRIST
The hadiths of the Prophet Muhammad (peace be upon him), mention that, during the end times, a devilish power will emerge, one of whose most important attributes will be that he disrupts the peace and order of mankind. Many people, though, attach little importance to that power, known as the antichrist (Dajjal). From the hadiths, one would ordinarily think of the antichrist as an individual. However, as well as an individual, it can also be an ideology that tends towards violence and savagery, possesses devilish characteristics, and inflicts suffering on mankind.
The antichrist is the ideological infrastructure which causes that chaos and instability, that encourages people to immorality and evil, condemns whole communities to denial and rebellion, and is the ultimate root of terrorism and violence. The antichrist spreads immorality by portraying good as evil, and evil as good. One of the hadiths on the subject reads:
When Al-Dajjal appears, he will have fire and water along with him. What the people will consider as cold water, will be fire that will burn (things). So, if anyone of you comes across this, he should fall in the thing which will appear to him as fire, for in reality, it will be fresh cold water. (Sahih Al-Bukhari.)
As we’ve been foretold by Prophet Muhammad (pbuh), this period will be one when people fail to live by the morality condoned by religion, when the existence of God is openly denied, when immorality, chaos, war and conflict are everywhere, and when terrorism, murder and violence become a part of normal, everyday life. Although there have been times all throughout history that have witnessed anarchy and chaos, the state of chaos and confusion that will be created by the Antichrist will be on an unprecedented scale.
The characteristics described by many of the hadiths discussing the Antichrist become much clearer when it is considered as ideology. All ideas and systems of thought, therefore, that encourage people to deny the existence of God, turn them away from religious morality and encourage strife and chaos between them actually represent the antichrist.
Today, materialism, and the various ideologies and movements that it gives birth to, are the primary components contributing to corruption in the world. All such movements, in effect, received their so-called scientific justification from the same source, and share the same fundamental foundation: Darwinism. Ever since Darwinism was first put forward, it has been the principle justification for materialist and anti-religious ideologies and movements, and even itself been elevated to the status of a religion by those who support such ideologies.
Darwinism is a teaching that attributes an independent power to nature, claims that life was not created, but emerged as a result of chance, and tries to distance mankind from belief in God. Blind chance is the central premise employed in Darwinism for maintaining that life came about out of inanimate matter and developed by means of evolutionary process. In this deceptive ideology, all living species began from one single cell that came about by chance, in other words from one common ancestor, and then evolved from one another over time by means of minute changes, again by pure coincidence. The theory lacks any scientific or rational basis, is nothing but a fantasy, and was widely accepted in Darwin's day on account of the primitive level of science and the sociological conditions at the time.
When those who believe in this superstition are asked how life might have first come about, they reply; "Living things came about by chance." In actual fact, however, chance is an uncontrolled, unreasoning and aimless force. God, however, creates everything according to a plan, in an ordered, intelligent and specific manner. When someone enters a room he knows that when he sees a chair, table, clock and a television, that they were made by someone and placed in that room according to a specific order. He would certainly never consider that they had come into being by themselves, or had placed themselves of their own doing. If anyone were to believe that such a thing were possible, his sanity would have to be questioned.
In the same way, someone who believes in such a senseless notion as Darwinism is in effect claiming that all the myriad species in the world, and everyone in the world had come about of their own accord as the result of chance. That means that "chance" is that person's god. Yet on careful inspection, that so-called god is one with no power of reason at all, and thus the most unintelligent god imaginable. That "god" is unaware of even its own existence as well of that of what it has brought into being.
In one hadith regarding the Antichrist, the Prophet Muhammad (pbuh) said, "Ad-Dajjal is blind." Some Islamic scholars have interpreted that hadith to mean "The eye of the Antichrist's heart is blind." That interpretation helps us to better understand the facts we just mentioned. In the same way, the eye of the heart of someone who makes a god out of blind chance is also blind, as is the eye of his reason. Such people immediately object when it is suggested that; "God created the whole universe with superior intelligence, order and design." Yet when it is suggested that; "Everything is the result of blind chance," they find that completely logical. Instead of an intelligent and conscious creator, they prefer the totally unreasonable idea that blind chance, lacking all intelligence and creative ability, created everything out of anarchy and chaos. Therefore, Darwinism is the most illogical and superstitious religion in the history of the world. Another surprising fact is the way in which a number of highly educated people adopt it as their religion, even though it is clearly false. This shows to what extent the ideas of the Antichrist entrance people like a magic spell.
So, just what is it that leads certain people to believe such an irrational and illogical claim, and to even fiercely defend it?
This actually is an intensive propaganda campaign aimed at spreading the ideological system of the Antichrist in the time before the last days. In order to render this campaign as effective as possible, people are bombarded with indoctrination throughout their lives, and thus over time are coerced into adopting that twisted religion. This indoctrination, which people are exposed to even from childhood, consists of various phases, during each one of which people take a further step in the direction of the dark world of the Antichrist. The most effective way of protecting oneself from that bombardment is to listen to only the voice of one's conscience. Because, by the grace of God, our conscience is a guide that ensures our adherence to the true path.
The hadiths of the Prophet Muhammad (peace be upon him), mention that, during the end times, a devilish power will emerge, one of whose most important attributes will be that he disrupts the peace and order of mankind. Many people, though, attach little importance to that power, known as the antichrist (Dajjal). From the hadiths, one would ordinarily think of the antichrist as an individual. However, as well as an individual, it can also be an ideology that tends towards violence and savagery, possesses devilish characteristics, and inflicts suffering on mankind.
The antichrist is the ideological infrastructure which causes that chaos and instability, that encourages people to immorality and evil, condemns whole communities to denial and rebellion, and is the ultimate root of terrorism and violence. The antichrist spreads immorality by portraying good as evil, and evil as good. One of the hadiths on the subject reads:
When Al-Dajjal appears, he will have fire and water along with him. What the people will consider as cold water, will be fire that will burn (things). So, if anyone of you comes across this, he should fall in the thing which will appear to him as fire, for in reality, it will be fresh cold water. (Sahih Al-Bukhari.)
As we’ve been foretold by Prophet Muhammad (pbuh), this period will be one when people fail to live by the morality condoned by religion, when the existence of God is openly denied, when immorality, chaos, war and conflict are everywhere, and when terrorism, murder and violence become a part of normal, everyday life. Although there have been times all throughout history that have witnessed anarchy and chaos, the state of chaos and confusion that will be created by the Antichrist will be on an unprecedented scale.
The characteristics described by many of the hadiths discussing the Antichrist become much clearer when it is considered as ideology. All ideas and systems of thought, therefore, that encourage people to deny the existence of God, turn them away from religious morality and encourage strife and chaos between them actually represent the antichrist.
Today, materialism, and the various ideologies and movements that it gives birth to, are the primary components contributing to corruption in the world. All such movements, in effect, received their so-called scientific justification from the same source, and share the same fundamental foundation: Darwinism. Ever since Darwinism was first put forward, it has been the principle justification for materialist and anti-religious ideologies and movements, and even itself been elevated to the status of a religion by those who support such ideologies.
Darwinism is a teaching that attributes an independent power to nature, claims that life was not created, but emerged as a result of chance, and tries to distance mankind from belief in God. Blind chance is the central premise employed in Darwinism for maintaining that life came about out of inanimate matter and developed by means of evolutionary process. In this deceptive ideology, all living species began from one single cell that came about by chance, in other words from one common ancestor, and then evolved from one another over time by means of minute changes, again by pure coincidence. The theory lacks any scientific or rational basis, is nothing but a fantasy, and was widely accepted in Darwin's day on account of the primitive level of science and the sociological conditions at the time.
When those who believe in this superstition are asked how life might have first come about, they reply; "Living things came about by chance." In actual fact, however, chance is an uncontrolled, unreasoning and aimless force. God, however, creates everything according to a plan, in an ordered, intelligent and specific manner. When someone enters a room he knows that when he sees a chair, table, clock and a television, that they were made by someone and placed in that room according to a specific order. He would certainly never consider that they had come into being by themselves, or had placed themselves of their own doing. If anyone were to believe that such a thing were possible, his sanity would have to be questioned.
In the same way, someone who believes in such a senseless notion as Darwinism is in effect claiming that all the myriad species in the world, and everyone in the world had come about of their own accord as the result of chance. That means that "chance" is that person's god. Yet on careful inspection, that so-called god is one with no power of reason at all, and thus the most unintelligent god imaginable. That "god" is unaware of even its own existence as well of that of what it has brought into being.
In one hadith regarding the Antichrist, the Prophet Muhammad (pbuh) said, "Ad-Dajjal is blind." Some Islamic scholars have interpreted that hadith to mean "The eye of the Antichrist's heart is blind." That interpretation helps us to better understand the facts we just mentioned. In the same way, the eye of the heart of someone who makes a god out of blind chance is also blind, as is the eye of his reason. Such people immediately object when it is suggested that; "God created the whole universe with superior intelligence, order and design." Yet when it is suggested that; "Everything is the result of blind chance," they find that completely logical. Instead of an intelligent and conscious creator, they prefer the totally unreasonable idea that blind chance, lacking all intelligence and creative ability, created everything out of anarchy and chaos. Therefore, Darwinism is the most illogical and superstitious religion in the history of the world. Another surprising fact is the way in which a number of highly educated people adopt it as their religion, even though it is clearly false. This shows to what extent the ideas of the Antichrist entrance people like a magic spell.
So, just what is it that leads certain people to believe such an irrational and illogical claim, and to even fiercely defend it?
This actually is an intensive propaganda campaign aimed at spreading the ideological system of the Antichrist in the time before the last days. In order to render this campaign as effective as possible, people are bombarded with indoctrination throughout their lives, and thus over time are coerced into adopting that twisted religion. This indoctrination, which people are exposed to even from childhood, consists of various phases, during each one of which people take a further step in the direction of the dark world of the Antichrist. The most effective way of protecting oneself from that bombardment is to listen to only the voice of one's conscience. Because, by the grace of God, our conscience is a guide that ensures our adherence to the true path.
16 Temmuz 2008 Çarşamba
No Woman, No Cry
No Woman, No Cry
As Hillary Clinton becomes an active Obama supporter, her backers across the state are ready to move on
By Chandra Niles Folsom
"Let's get on with it," Hillary Clinton reportedly conceded to members of her inner circle, the day after Barack Obama had clinched the nomination of his party for president.
The AP reported, on June 4, that the Illinois senator won a total of 2,154 delegates, and the senator from New York came in short at 1,919.5, with nearly 18 million votes cast in her favor. Then, four-days later, the trailblazing candidate did something that cynics believed she would never be willing to do—she publicly threw her full support behind Obama. The two former rivals made their first joint appearance on Friday, in Unity, New Hampshire, a town where each had received the same number of votes.
Point taken.
Speculation regarding Clinton's future in the party runs the gamut from running mate to Senate Majority Leader to Supreme Court Justice to governor of New York and back to president in either 2012 or 2116. Regardless of which role she gets cast in, most believe that Hillary Clinton will be sticking around for the second act.
"I got involved in her campaign from the day she announced, which was a bit of a departure because [Connecticut Sen. Chris] Dodd was in the race," says Susan Cocco, vice chair of the Clinton campaign in Connecticut. "There was an established buzz among women, labor, Latinos and the gay and lesbian community here, forming a natural constituency and these activists were willing to pull together to elect her. I also thought Hillary would make the best president."
Yet, in the end, most Democrats wanted to turn the page on the Clintons.
Sen. Barbara Mikulski of Maryland, who served as national chair for the Clinton campaign, got behind her party's nominee once her candidate had dropped out of the race, but said publicly that her respect for Clinton only increased after the grueling campaign. Former U.S. Rep. Barbara Kennelly of Connecticut believes all Clinton supporters will follow Mikulski's lead, and shares her former colleague's admiration for the candidate.
"People said a woman may not be tough enough," says Kennelly, who now serves as president of the National Committee to Preserve Social Security and Medicare. "She was tough enough. They said she can't raise money or talk about foreign affairs. She did."
Ellen Camhi, a National Committee member from Stamford, was the only state superdelegate who committed to Clinton early on. DNC member John Olsen committed later in the campaign. The other nine backed Obama or stayed out of the fray until near the end.
"Throughout the process I went back and forth between the two," says Nancy DiNardo, state Democratic chairperson and the last Connecticut super-delegate to pledge. "I remained uncommitted until the last week and then came out for Obama—but I like them both."
DiNardo, also chairperson of the Democratic Town Committee in Trumbull, thinks that Clinton did the right thing by hanging in until the race had concluded.
"I felt it was important for the campaign process to allow all the states to get involved and, as a result, thousands more people registered to vote," DiNardo says. "In Connecticut, 51.1 percent turned out to vote in the primaries—the highest we've ever had." (Obama won Connecticut with 50 percent of the vote to Clinton's 47 percent.)
But will diehard Hillaryites throw their support behind Obama? "Many on the Hillary side are upset and for good reason, but I'm sure when they look at the differences with McCain on the issues—especially for women—they will support Obama," says DiNardo. "I don't think the campaign did any harm to the party because the two Democratic candidates have such a similar stance on the issues."
A deep well of resentment exists among many older female voters who had invested their dreams in Clinton—envisioning the highest glass ceiling of all being shattered during their lifetimes.
"There is a time when you believe in someone and, when it doesn't work out, it takes some time to move forward," says Pat Russo of New Canaan, who worked on the grass-roots level for both of Bill Clinton's presidential campaigns and headed the Permanent Commission on the Status of Women. "I have been spending a lot of time listening to women airing their grievances over the way Hillary was treated during the campaign."
Russo is currently second vice president of the Women's Campaign School at Yale.
"The sexism that existed in the media is really troubling to many Hillary supporters, but slowly they are coming around to support Obama," says Russo. "I supported her because I'm a feminist, agreed with her stand on most of the issues, and felt that she was qualified to be president. This country is well overdue for a strong woman in the White House."
"Russo says, "I believe it's in every woman's best interest to defeat McCain, who has an abysmal record on women's issues. I have worked too long and hard on those issues to see all the progress we've made get thrown away. But, I think by September women from all over will come around to support Obama, who has been very welcoming to women. He said that Hillary made him a better candidate, and I agree. Now, I'd like to see her leading the Senate."
It's been a long, sometimes challenging and often rewarding road from her days as the First Lady who "didn't stay at home baking cookies." Today, ranking 36th in seniority among 49 Senate Democrats, where does Clinton go from here?
"In her concession speech, Hillary demonstrated what a great candidate she was, not only in her support for Obama, but her belief in the bedrock values of the party," says Cocco. "A lot of people got that message. She's a legend and a legend in the making. She demonstrates how to put your talents into action and to stick with it."
As Hillary Clinton becomes an active Obama supporter, her backers across the state are ready to move on
By Chandra Niles Folsom
"Let's get on with it," Hillary Clinton reportedly conceded to members of her inner circle, the day after Barack Obama had clinched the nomination of his party for president.
The AP reported, on June 4, that the Illinois senator won a total of 2,154 delegates, and the senator from New York came in short at 1,919.5, with nearly 18 million votes cast in her favor. Then, four-days later, the trailblazing candidate did something that cynics believed she would never be willing to do—she publicly threw her full support behind Obama. The two former rivals made their first joint appearance on Friday, in Unity, New Hampshire, a town where each had received the same number of votes.
Point taken.
Speculation regarding Clinton's future in the party runs the gamut from running mate to Senate Majority Leader to Supreme Court Justice to governor of New York and back to president in either 2012 or 2116. Regardless of which role she gets cast in, most believe that Hillary Clinton will be sticking around for the second act.
"I got involved in her campaign from the day she announced, which was a bit of a departure because [Connecticut Sen. Chris] Dodd was in the race," says Susan Cocco, vice chair of the Clinton campaign in Connecticut. "There was an established buzz among women, labor, Latinos and the gay and lesbian community here, forming a natural constituency and these activists were willing to pull together to elect her. I also thought Hillary would make the best president."
Yet, in the end, most Democrats wanted to turn the page on the Clintons.
Sen. Barbara Mikulski of Maryland, who served as national chair for the Clinton campaign, got behind her party's nominee once her candidate had dropped out of the race, but said publicly that her respect for Clinton only increased after the grueling campaign. Former U.S. Rep. Barbara Kennelly of Connecticut believes all Clinton supporters will follow Mikulski's lead, and shares her former colleague's admiration for the candidate.
"People said a woman may not be tough enough," says Kennelly, who now serves as president of the National Committee to Preserve Social Security and Medicare. "She was tough enough. They said she can't raise money or talk about foreign affairs. She did."
Ellen Camhi, a National Committee member from Stamford, was the only state superdelegate who committed to Clinton early on. DNC member John Olsen committed later in the campaign. The other nine backed Obama or stayed out of the fray until near the end.
"Throughout the process I went back and forth between the two," says Nancy DiNardo, state Democratic chairperson and the last Connecticut super-delegate to pledge. "I remained uncommitted until the last week and then came out for Obama—but I like them both."
DiNardo, also chairperson of the Democratic Town Committee in Trumbull, thinks that Clinton did the right thing by hanging in until the race had concluded.
"I felt it was important for the campaign process to allow all the states to get involved and, as a result, thousands more people registered to vote," DiNardo says. "In Connecticut, 51.1 percent turned out to vote in the primaries—the highest we've ever had." (Obama won Connecticut with 50 percent of the vote to Clinton's 47 percent.)
But will diehard Hillaryites throw their support behind Obama? "Many on the Hillary side are upset and for good reason, but I'm sure when they look at the differences with McCain on the issues—especially for women—they will support Obama," says DiNardo. "I don't think the campaign did any harm to the party because the two Democratic candidates have such a similar stance on the issues."
A deep well of resentment exists among many older female voters who had invested their dreams in Clinton—envisioning the highest glass ceiling of all being shattered during their lifetimes.
"There is a time when you believe in someone and, when it doesn't work out, it takes some time to move forward," says Pat Russo of New Canaan, who worked on the grass-roots level for both of Bill Clinton's presidential campaigns and headed the Permanent Commission on the Status of Women. "I have been spending a lot of time listening to women airing their grievances over the way Hillary was treated during the campaign."
Russo is currently second vice president of the Women's Campaign School at Yale.
"The sexism that existed in the media is really troubling to many Hillary supporters, but slowly they are coming around to support Obama," says Russo. "I supported her because I'm a feminist, agreed with her stand on most of the issues, and felt that she was qualified to be president. This country is well overdue for a strong woman in the White House."
"Russo says, "I believe it's in every woman's best interest to defeat McCain, who has an abysmal record on women's issues. I have worked too long and hard on those issues to see all the progress we've made get thrown away. But, I think by September women from all over will come around to support Obama, who has been very welcoming to women. He said that Hillary made him a better candidate, and I agree. Now, I'd like to see her leading the Senate."
It's been a long, sometimes challenging and often rewarding road from her days as the First Lady who "didn't stay at home baking cookies." Today, ranking 36th in seniority among 49 Senate Democrats, where does Clinton go from here?
"In her concession speech, Hillary demonstrated what a great candidate she was, not only in her support for Obama, but her belief in the bedrock values of the party," says Cocco. "A lot of people got that message. She's a legend and a legend in the making. She demonstrates how to put your talents into action and to stick with it."
12 Temmuz 2008 Cumartesi
11 Temmuz 2008 Cuma
DİKKAT!...
AŞAĞIDAKİ BİR MEKTUP ÖRNEĞİ,BU GİBİ İNTERNETTEN BİR ÇOK MEKTUP GELEBİLİR BU GİBİ MEKTUPLARI ÇOK DİKKAT ETMELİ VE ALDANMAMALI.YOKSA CANINIZ YANABİLİR
Hello Darling.
How are you today,hope you are fine. My day is very boring over here in Dakar Senegal. ln this camp we find it hard to go out because we are not allowed to do so, its just like one staying in the prison and l hope by God's grace l will come out here soon. I don't have any relatives now that i can go to or call my own which is the special reason why i have contacted you, all my relatives ran away in the middle of the war, the only person i have now is Rev .Danny King who is the Reverend pastor of the (church of god ).
Here in the camp he has been very good to me since l came here but l am not living with him rather l am living in the women's hostel because the camp have two hostels one for men the other for women. The Pastor's Tel number is (+221-768-63-36-30) if you call, tell him that you want to speak with me, he will send for me in the hostel.
As a refugee here i don't have any right or privilege to any thing be it money or whatever because it is against the law of this country. I want to go back to my studies because i only attended my first year before the tragic incident that lead to my being in this situation now took place. Honey, please l would like you to know that l have my late father's statement of account and death certificate here with me which l will forward to you when you started contacting the bank and your seriousness of helping me out.
Because when my late father was alive, he deposited some amount of money in one of the leading bank which he used my name as the next of kin. The amount in question is $4 (four Million US Dollars).
So l will like you to assist me and stand as the nest of kins and as well foreign partner and transfer this money to your account and from it you will send some money for me to get my traveling documents and air ticket to come over to meet with you. I can't withdraw this money my self due to my refugee statues here in this country which does not permit me to do so.
The special reason why i decided to make contact with you is that, i want this money to be transfered to europe because you know i can not get back to my country due to the way my late father was killed and the money in question is much, if my country people know any thing about it will be called back ok.I made this secret within me until this money is fininally transfered in your foreign account and me joining you over there to start having a good live with you my love.
I have got in touch with this bank through mail and made them to know about my plan of withdraw this money, l also got them aware of the death of my father and they have acknowledged it with all their confirmation. However,they advised me to get in touch with a very responsible person who will stand on my behalf and my trustee as regards to this money since l am presently of refugee status over here and wouldn't be permitted to handle this amount of money, they also let me know about the bond which they signed with my father that they money will be handled to me in bulk amount which means that l should decide on if l should continue with the bank or not.
Upon your acceptance to help me , i will like to have the following imformations from you so that i will know whom i am dealing with and as well use the following imformations to write the bank to deal with you as my foreign partner and the bank will know you better ok.
1 Your full names and country name
2 Your phone and fax unmber
Once i get this useful imformations,i shall forward you the full contact of the bank with love and trust believing that you will never let me down. Once you started contacting the bank, i shall start making preparations of joining you over there ok. Have a nice time and think about me. This is the email address of the Reverend , I will despose to come to the Reverend office at 3 pm GMT, so kindly call me at that time my darling.
Once I hear from you again, i shall tell you more on how you will be acting on my behalf ok.
Take care and God bless.Yours in love.
Miss Gift Siako
Hello Darling.
How are you today,hope you are fine. My day is very boring over here in Dakar Senegal. ln this camp we find it hard to go out because we are not allowed to do so, its just like one staying in the prison and l hope by God's grace l will come out here soon. I don't have any relatives now that i can go to or call my own which is the special reason why i have contacted you, all my relatives ran away in the middle of the war, the only person i have now is Rev .Danny King who is the Reverend pastor of the (church of god ).
Here in the camp he has been very good to me since l came here but l am not living with him rather l am living in the women's hostel because the camp have two hostels one for men the other for women. The Pastor's Tel number is (+221-768-63-36-30) if you call, tell him that you want to speak with me, he will send for me in the hostel.
As a refugee here i don't have any right or privilege to any thing be it money or whatever because it is against the law of this country. I want to go back to my studies because i only attended my first year before the tragic incident that lead to my being in this situation now took place. Honey, please l would like you to know that l have my late father's statement of account and death certificate here with me which l will forward to you when you started contacting the bank and your seriousness of helping me out.
Because when my late father was alive, he deposited some amount of money in one of the leading bank which he used my name as the next of kin. The amount in question is $4 (four Million US Dollars).
So l will like you to assist me and stand as the nest of kins and as well foreign partner and transfer this money to your account and from it you will send some money for me to get my traveling documents and air ticket to come over to meet with you. I can't withdraw this money my self due to my refugee statues here in this country which does not permit me to do so.
The special reason why i decided to make contact with you is that, i want this money to be transfered to europe because you know i can not get back to my country due to the way my late father was killed and the money in question is much, if my country people know any thing about it will be called back ok.I made this secret within me until this money is fininally transfered in your foreign account and me joining you over there to start having a good live with you my love.
I have got in touch with this bank through mail and made them to know about my plan of withdraw this money, l also got them aware of the death of my father and they have acknowledged it with all their confirmation. However,they advised me to get in touch with a very responsible person who will stand on my behalf and my trustee as regards to this money since l am presently of refugee status over here and wouldn't be permitted to handle this amount of money, they also let me know about the bond which they signed with my father that they money will be handled to me in bulk amount which means that l should decide on if l should continue with the bank or not.
Upon your acceptance to help me , i will like to have the following imformations from you so that i will know whom i am dealing with and as well use the following imformations to write the bank to deal with you as my foreign partner and the bank will know you better ok.
1 Your full names and country name
2 Your phone and fax unmber
Once i get this useful imformations,i shall forward you the full contact of the bank with love and trust believing that you will never let me down. Once you started contacting the bank, i shall start making preparations of joining you over there ok. Have a nice time and think about me. This is the email address of the Reverend , I will despose to come to the Reverend office at 3 pm GMT, so kindly call me at that time my darling.
Once I hear from you again, i shall tell you more on how you will be acting on my behalf ok.
Take care and God bless.Yours in love.
Miss Gift Siako
BURÇLAR
Burç, astronomik olarak gökkubbede er alan 12 Takım Yıldızına verilen isimdir. Astrominin incelediği takım Yıldızlarıyla Batı Astrolojisinin hiçbir alakası yoktur. Batı astrolojisi Mevsimleri esas alarak çıkartılır. Bir insanın anne karnından çıkıp ilk nefesini aldığı anda gökyüzü konumunu gösteren şemaya Yıldız Haritası adı verilir. Astroloji öksel olan cisimlerin İnsanla arasındaki ilişkiyi inceler, Astronomi lmi ise Gökyüzünde bulunan Takım Yıldızlarını, Yıldızları, Göksel olan bütün cisimlerin inceleyen bilim dalıdır.
Takımyıldızları Hint Astrolojisinde kullanılır. Hint astrolojisi gerek karakter analizi ve gerek dasa sistemiyle yapılan gelecek öngörülerinde başarılı yorumlarıyla ön plana çıkmaktadır. Batı Astrolojisiyle Vedik Astroloji arasında yaklaşık 23,5 derece kayma vardır. Bu kaymaya Ayanamsa adı verilir. Takım Yıldızları aynı zamanda Astronomiyle alakalıdır.
Burç kelimesi Arapçadan Türkçemize geçmiş bir kelimedir. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre burc;
Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı
Burc Kelimesi Aynı zamanda Kuran-ı Kerim'de iniş sırasına göre 27ci Sure'dir. Resmi kabul edilen Sure ise 85'tir. Sure'nin ilk Ayeti, "Andolsun o burçlarla dolu göğe" olarak başlar.
Burçlar dört gruba ayrılmıştır: Ateş, toprak, hava ve su. Her grupta üç burç bulunur. Hangi gruba ait olduğunuzu bilerek temel kişilik özelliklerinizi ve tanıdığınız insanları daha iyi anlayabilirsiniz.
Ateş burçları; Koç, Aslan ve Yay'dır.
Toprak burçları; Boğa, Başak ve Oğlak'tır.
Hava burçları; İkizler, Terazi ve Kova'dır.
Su burçları; Yengeç, Akrep ve Balık'tır.
Takımyıldızları Hint Astrolojisinde kullanılır. Hint astrolojisi gerek karakter analizi ve gerek dasa sistemiyle yapılan gelecek öngörülerinde başarılı yorumlarıyla ön plana çıkmaktadır. Batı Astrolojisiyle Vedik Astroloji arasında yaklaşık 23,5 derece kayma vardır. Bu kaymaya Ayanamsa adı verilir. Takım Yıldızları aynı zamanda Astronomiyle alakalıdır.
Burç kelimesi Arapçadan Türkçemize geçmiş bir kelimedir. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre burc;
Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı
Burc Kelimesi Aynı zamanda Kuran-ı Kerim'de iniş sırasına göre 27ci Sure'dir. Resmi kabul edilen Sure ise 85'tir. Sure'nin ilk Ayeti, "Andolsun o burçlarla dolu göğe" olarak başlar.
Burçlar dört gruba ayrılmıştır: Ateş, toprak, hava ve su. Her grupta üç burç bulunur. Hangi gruba ait olduğunuzu bilerek temel kişilik özelliklerinizi ve tanıdığınız insanları daha iyi anlayabilirsiniz.
Ateş burçları; Koç, Aslan ve Yay'dır.
Toprak burçları; Boğa, Başak ve Oğlak'tır.
Hava burçları; İkizler, Terazi ve Kova'dır.
Su burçları; Yengeç, Akrep ve Balık'tır.
Özür Bakışlarımızda, Engeller Düşüncelerimizde
Özür Bakışlarımızda, Engeller Düşüncelerimizde
“Özür bakışlarımızda, engeller düşüncelerimizde” cümlesi radyoda dinlediğim özürlüler ile ilgili bir programın fragmanında geçiyor.
5 dk. önce bir televizyon programında izlediklerimden sonra aklıma geldi bu cümle. Ne kadar da doğru bir cümleymiş dedim.
Televizyon programda down sendromlu bir kız sahibi olan anne ve kızıyla röportaj yapıyor birisi. Anneye sorular soruyor, cevaplar alıyor. Sabrına ve pozitif bakış açısına hayran olduğum bu annenin aklımda kalan bazı cümlelerini aklımda kaldığı şekliyle henüz tazeyken aktarmak istiyorum.
Anne ümitsizliğe düşmemiş, çocuğuyla elinden geleni en iyisini derler ya, sevgiyle ve kabulle ilgilenmiş. Şu an 23 yaşında olan down sendromlu kızı Nil, bizim gibi olmasa da konuşuyor. Bazı sosyal faaliyetlere katılıyor. Kendi ihtiyaçlarını kimseye gerek kalmadan karşılıyor.
Hatta fiziksel bazı şeyler hariç sezgileri ve duyguları biz yetişkin insanlar kadar güçlü görünüyordu diyebilirim. En çok dikkatimi çeken şey bu oldu.
İşte annenin bazı cümleleri:
“Yılmadım, çocuğumu kabullendim. Türkiye’de o yıllarda doktorlar down sendromunun ne olduğunu bile bilmiyorlardı. 6 ayda bir Almanya’ya gittik. Kaslarını geliştirmesi için egzersiz yaptık doktorun direktiflerine göre. 16 aylıkken bireysel eğitime başladık. Dili sarkmasın diye, algıları gelişsin diye vs.”
“Herkeste bu çocuktan bir şey olmaz, egzersizlerle bir yere varamazsın düşüncesi vardı. Yaptıkların bir işe yaramaz mesajı veriyorlardı.”
“Çocuk doğar doğmaz herkes bunalıma girmişti, inanılmaz üzüntülüydü bütün aile. Eşim de aynı durumdaydı. Çocukla ilgilenirken bir de onları teselli etmek bana düşerdi.”
Hayatımda hep o vardı, onu hayatımdan hiç çıkarmak istemedim. Gezdim tozdum da, içime kapanmadım. Ama hep onunla birlikte, onunla birlikte mutlu olmaya çalıştım ve oldum.
“İnsanlar çok bakarlardı, çocuk da bundan rahatsız olurdu, ben de. “aaa, çocuğa bak” Acıyanlar, zavallı gibi bakanlar.”
“İnsanların bu çocuktan bir şey olmaz düşüncesiyle çok mücadele ettim. Kendimi bırakmadım.”
“Çocuğumu hiçbir zaman saklamadım, ondan utanmadım. Kimsenin suçu değil, Allah böyle yaratmış, en iyi şekilde değerlendirmek lazım diye düşündüm. Mutlu olmaya çalışmak lazım diye düşündüm.”
“14-15 yaşına kadar inanılmaz zordu, çok zor günler geçirdik. Sokaktaki bir taş yürümede sorundu, 15 yaşına kadar kendini ifade edemedi. Kardeşi doğunca kıskançlık da bize çok zor günler yaşattı.
Ama ondan sonra inanılmaz keyif veren, bizi mutlu eden bir çocuk haline geldi. Şu an etrafına acaip pozitif enerji yayan, bizi neşelendiren abartısız neredeyse hiçbir eksisi olmayan bir çocuk. Onunla çok mutluyuz. Zor günler geride kaldı, ve gerçekten çabalarımıza değdi.”
“Aynı durumda olan annelere mesajınız nedir?”
“Kendilerini bırakmasınlar. Bu çocuktan hiçbir şey olmaz, bu çocuk hiçbir işe yaramaz diyenlere aldırmasınlar. Mücadele etsinler. Çocuklarıyla mutlu olmaya çalışsınlar. Bunlarla bir yere varamazsın diyenlere inanmasınlar.”
Kızı Nil, “benim annem canım annem" şarkısını ve "bu dünyadaki--- en mutlu insan” şarkılarını söyledi, ara sıra annesini yanağını seviyor ve sıkıyordu röportaj esnasında. Annesini ne kadar sevdiğini sürekli izhar ediyordu davranışlarıyla.
Çoğumuzun özürlü çocukları yok belki. Ama çocuğun bazı kusurlarına bakıp, senden bir şey olmaz deriz ya bazılarımız, o cümleler aklıma geldi şimdi. Ve az önce izlediklerimi sizlere de aktarmak istedim. Her ne kadar aynısı olmasa da, o sevgi dolu annenin bakışlarını ve sevgi dolmuş çocuğun bakışlarını gösteremesem de..
“Özür bakışlarımızda, engeller düşüncelerimizde” cümlesi radyoda dinlediğim özürlüler ile ilgili bir programın fragmanında geçiyor.
5 dk. önce bir televizyon programında izlediklerimden sonra aklıma geldi bu cümle. Ne kadar da doğru bir cümleymiş dedim.
Televizyon programda down sendromlu bir kız sahibi olan anne ve kızıyla röportaj yapıyor birisi. Anneye sorular soruyor, cevaplar alıyor. Sabrına ve pozitif bakış açısına hayran olduğum bu annenin aklımda kalan bazı cümlelerini aklımda kaldığı şekliyle henüz tazeyken aktarmak istiyorum.
Anne ümitsizliğe düşmemiş, çocuğuyla elinden geleni en iyisini derler ya, sevgiyle ve kabulle ilgilenmiş. Şu an 23 yaşında olan down sendromlu kızı Nil, bizim gibi olmasa da konuşuyor. Bazı sosyal faaliyetlere katılıyor. Kendi ihtiyaçlarını kimseye gerek kalmadan karşılıyor.
Hatta fiziksel bazı şeyler hariç sezgileri ve duyguları biz yetişkin insanlar kadar güçlü görünüyordu diyebilirim. En çok dikkatimi çeken şey bu oldu.
İşte annenin bazı cümleleri:
“Yılmadım, çocuğumu kabullendim. Türkiye’de o yıllarda doktorlar down sendromunun ne olduğunu bile bilmiyorlardı. 6 ayda bir Almanya’ya gittik. Kaslarını geliştirmesi için egzersiz yaptık doktorun direktiflerine göre. 16 aylıkken bireysel eğitime başladık. Dili sarkmasın diye, algıları gelişsin diye vs.”
“Herkeste bu çocuktan bir şey olmaz, egzersizlerle bir yere varamazsın düşüncesi vardı. Yaptıkların bir işe yaramaz mesajı veriyorlardı.”
“Çocuk doğar doğmaz herkes bunalıma girmişti, inanılmaz üzüntülüydü bütün aile. Eşim de aynı durumdaydı. Çocukla ilgilenirken bir de onları teselli etmek bana düşerdi.”
Hayatımda hep o vardı, onu hayatımdan hiç çıkarmak istemedim. Gezdim tozdum da, içime kapanmadım. Ama hep onunla birlikte, onunla birlikte mutlu olmaya çalıştım ve oldum.
“İnsanlar çok bakarlardı, çocuk da bundan rahatsız olurdu, ben de. “aaa, çocuğa bak” Acıyanlar, zavallı gibi bakanlar.”
“İnsanların bu çocuktan bir şey olmaz düşüncesiyle çok mücadele ettim. Kendimi bırakmadım.”
“Çocuğumu hiçbir zaman saklamadım, ondan utanmadım. Kimsenin suçu değil, Allah böyle yaratmış, en iyi şekilde değerlendirmek lazım diye düşündüm. Mutlu olmaya çalışmak lazım diye düşündüm.”
“14-15 yaşına kadar inanılmaz zordu, çok zor günler geçirdik. Sokaktaki bir taş yürümede sorundu, 15 yaşına kadar kendini ifade edemedi. Kardeşi doğunca kıskançlık da bize çok zor günler yaşattı.
Ama ondan sonra inanılmaz keyif veren, bizi mutlu eden bir çocuk haline geldi. Şu an etrafına acaip pozitif enerji yayan, bizi neşelendiren abartısız neredeyse hiçbir eksisi olmayan bir çocuk. Onunla çok mutluyuz. Zor günler geride kaldı, ve gerçekten çabalarımıza değdi.”
“Aynı durumda olan annelere mesajınız nedir?”
“Kendilerini bırakmasınlar. Bu çocuktan hiçbir şey olmaz, bu çocuk hiçbir işe yaramaz diyenlere aldırmasınlar. Mücadele etsinler. Çocuklarıyla mutlu olmaya çalışsınlar. Bunlarla bir yere varamazsın diyenlere inanmasınlar.”
Kızı Nil, “benim annem canım annem" şarkısını ve "bu dünyadaki--- en mutlu insan” şarkılarını söyledi, ara sıra annesini yanağını seviyor ve sıkıyordu röportaj esnasında. Annesini ne kadar sevdiğini sürekli izhar ediyordu davranışlarıyla.
Çoğumuzun özürlü çocukları yok belki. Ama çocuğun bazı kusurlarına bakıp, senden bir şey olmaz deriz ya bazılarımız, o cümleler aklıma geldi şimdi. Ve az önce izlediklerimi sizlere de aktarmak istedim. Her ne kadar aynısı olmasa da, o sevgi dolu annenin bakışlarını ve sevgi dolmuş çocuğun bakışlarını gösteremesem de..
9 Temmuz 2008 Çarşamba
The Hydrogen Economy: The Creation of the World-Wide Energy Web and the Redistribution of Power on Earth
In The Hydrogen Economy, best-selling author Jeremy Rifkin takes us on an eye-opening journey into the next great commercial era in history. He envisions the dawn of a new economy powered by hydrogen that will fundamentally change the nature of our market, political and social institutions, just as coal and steam power did at the beginning of the industrial age. Rifkin observes that we are fast approaching a critical watershed for the fossil-fuel era, with potentially dire consequences for industrial civilization. While experts had been saying that we had another forty or so years of cheap available crude oil left, some of the world's leading petroleum geologists are now suggesting that global oil production could peak and begin a steep decline much sooner, as early as the end of this decade. Non-OPEC oil producing countries are already nearing their peak production, leaving most of the remaining reserves in the politically unstable Middle East. Increasing tensions between Islam and the West are likely to further threaten our access to affordable oil. In desperation, the U.S. and other nations could turn to dirtier fossil-fuels - coal, tar sand, and heavy oil - which will only worsen global warming and imperil the earth's already beleaguered ecosystems. Looming oil shortages make industrial life vulnerable to massive disruptions and possibly even collapse. While the fossil-fuel era is entering its sunset years, a new energy regime is being born that has the potential to remake civilization along radical new lines, according to Rifkin. Hydrogen is the most basic and ubiquitous element in the universe. It is the stuff of the stars and of our sun and, when properly harnessed, it is the "forever fuel." It never runs out and produces no harmful CO2 emissions. Commercial fuel-cells powered by hydrogen are just now being introduced into the market for home, office and industrial use. The major automakers have spent more than two billion dollars developing hydrogen cars, buses, and trucks, and the first mass-produced vehicles are expected to be on the road in just a few years. The hydrogen economy makes possible a vast redistribution of power, with far-reaching consequences for society. Today's centralized, top-down flow of energy, controlled by global oil companies and utilities, becomes obsolete. In the new era, says Rifkin, every human being could become the producer as well as the consumer of his or her own energy - so called "distributed generation." When millions of end-users connect their fuel-cells into local, regional, and national hydrogen energy webs (HEWs), using the same design principles and smart technologies that made possible the World Wide Web, they can begin to share energy - peer-to-peer - creating a new decentralized form of energy use. Hydrogen has the potential to end the world's reliance on imported oil and help diffuse the dangerous geopolitical game being played out between Muslim militants and Western nations. It will dramatically cut down on carbon dioxide emissions and mitigate the effects of global warming. And because hydrogen is so plentiful and exists everywhere on earth, every human being could be "empowered," making it the first truly democratic energy regime in history.
6 Temmuz 2008 Pazar
EĞİTİM KONUSUNDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN BAZI İLKELER
EĞİTİM KONUSUNDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN BAZI İLKELER
GÜNLÜK YAŞAM İŞLEVLERİ KONUSUNDA EĞİTİME BAŞLAMADAN ÖNCE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR
Çocuklarınıza günlük yaşam becerileri kazandırmayı kolaylaştırmak için izlenmesi gereken bazı yol ve yöntemler vardır:
Eğitim süresi 8-10 hafta olmalıdır . Çocuğunuza günde en az iki defa ve önce 2-5 dk sonra giderek artan bir şekilde en az 5-20 dk zaman ayırmalısınız (Bu süre çocuğun kişilik özellikleri , psikolojik durumu , anne babanın çalışıp çalışmaması vb gibi etkenlere göre değişebilir).
Çocuğunuzun ve sizin yorgun olmadığınız , çocuğunuzun uykusuz olmadığı ve sakin olduğu zamanları seçmek uygun olacaktır.
Eğitim yapılan süre mutlaka günün aynı zaman dilimine gelmeli (hergün 10-11 ve 16-17 arası gibi ), çocuğun dikkatini dağıtmayacak bir ortam olmalı ( çevrede diğer çocuklar oynamamalı , fazla eşya olmamalı , TV , Radyo-teyp çalışmamalıdır) dır.
Çocuğunuza mümkün olduğunca yakın ve otururken aynı yükseklikte olunuz. Kendi kendine oturamıyorsa tutarak oturmasına yardımcı olunuz. Sizin yüzünüzü rahatça görebileceği pozisyonda olunuz.
Size bakmasını sağlayınız , bakmıyorsa çenesini hafifçe çevirip bakmasını sağlayınız. Gözgöze geliniz , bunu yaparsa ödüllendiriniz. Yine bakmıyorsa 1-2 dk sonra yeniden deneyiniz. 2-3 saniye göz göze gelirse ödüllendiriniz ve bunu 5-6 sn oluncaya kadar sürdürünüz . Evdeki diğer kişilerle göz göze gelmesini sağlayınız. Eğitim süresince çocuğunuz göz göze gelmiyorsa göz hizasına sevdiği bir şeyi koyarak bunu sağlamaya çalışınız.
Onun anlayabileceği şekilde kısa ve basit cümlelerle konuşunuz (Ali kalk , bardağı tut vb gibi) . Konuşurken mimik ve jestlerinizi de kullanınız.
Öğretilecek her işlevi bir kaç kez yineleyiniz . Her beceriyi basitten başlayarak sıralayınız , becerileri küçük basamaklara bölerek öğretiniz.
İstediğiniz bir beceri için sadece çaba gösterse bile ödüllendiriniz. Ödül olarak sevdiği bir uğraş ( Parka gitmek , oyun oynamak vb ) olabilir.
Çocuğunuzun olumlu bir davranışına sevinmek ona sarılmak ''aferin'' '' ne güzel yaptın'' şeklinde sözlü ifade de ödüldür. Ödül olarak seçtiğiniz şeyi mutlaka istenilen davranışın hemen arkasından gerçekleştiriniz.
ÖZ BAKIM BECERİLERİ
EL YIKAMA
Çocuğunuzun rahatça elini yıkayabilmesi için lavabonun boyuna uygun olması gerekir. Bunu sağlamak için bir tabure kullanabilirsiniz. Çocuğunuzun arkasına geçerek ellerinizi onun elleri üzerine koyunuz. Çocuğunuzun karşısında bir ayna olması yararlı olabilir.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun elini tutarak çeşmeyi açınız.
Ellerini ellerinizin arasına alarak akan suyun altına tutunuz.
Elini tutarak sabunu almasını sağlayınız.
Bir eliyle sabunu tutrupu, diğer elinizle çocuğunuzun eline sabuna sürtüp köpürmesini sağlayınız.
Elini sabunluğa götürüp sabunu bıraktırınız.
Çocuğunuzun iki ileni birbirine sürterek köpürmesini sağlayınız.
Suyun altında ellerini yıkayınız. Gerekinse işlemi tekrarlayınız.
Ellerini tutarak çeşmeyi birlikte kapatınız.
Faaliyete direnmiyorsa ödüllendiriniz. Son basamağa kadar faaliyeti birlikte lapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz. Başarabilirse tekrar baştan 7.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınız ve son iki basamağı (7. ve 8.) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırayla 5., 4., 3., 2., ve 1. basamaklara kadar faaliyeti birlikte yapıp diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Bu arada yardıma gereksinim olursa dirseklerinden hafifçe yönlendirerek yardım ediniz, bu şekilde basamakları sondan başa doğru sıralayarak başarabiliydrsa “ellerini yıka” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz. Her basamağın sonunda başarı durumuna göre uygun şekilde ödüllendiriniz.
YÜZ YIKAMA
El yıkama faaliyetlerini öğrendikten sonra hemen arkasından öğretilmelidir.
İŞLEM BASAMAKLARI
Çocuğunuzun elini tutarak birlikte çeşmeyi açınız.
Ellerini köpürtmesini sağlayınız.
Ellerini köpürttükten sonra sabunu bırakınız.
Çocuğunuzun arkasında durarak her iki elini bileklerinden tutunuz, dairesel hareketlerle ağız ve yanaklarını sabunlayınız.
Bölgeyi köpürtünüz.
Ellerini ellerinizle tutarak önce sabunlu ellerinizi durumatınız.
Elini bir suya, bir yüzüne götürerek yüzünü durulayınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse tekrar 7.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınınız ve son iki basamağı (7. ve 8) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırasıyla 6., 5., 4., 2., ve 1. basamaklara kadar faaliyeti birlikte lapıp, diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Bu arada yardıma gereksinimi olursa dirseklerinden hafifçe yönlendirerek yardım edeniz. Bu şekilde sondan başa doğru sıralayarak başarabiliyorsa “ yüzünü yıka” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz. Her basamağın sonunda başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
EL DURULAMA
Büyük bir havlu ve lavaboya yetişebilmek için tabure kullanınız.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun bir elini tutarak havlunun arkasına koyunuz.
Diğer elinin içini (avucunu) havlu ile ovuşturunuz.
Elinin tersini (üst kısmını) havlu ile ovuşturunuz.
Kurulanan eliyle havlunun bir tarafından tutturunuz.
Diğer elinin içini havlu ile ovuşturunuz.
Elinin tersini de havlu ile ovuşturarak kurulatınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek ( 6.basamakta) onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse tekrar baştan 5. basamağa kadar birlikte faaliyeti yapınız ve son iki basamağı (5. ve 6.) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırasıyla 4., 3., 2., ve 1., basamaklara kadar faaliyeti birlikte yapıp, diğerlerini yapmasını söyleyiniz. Yardıma gereksinimi olursa derseğini tutarak yönlendiriniz.
Basamakları bu şekilde yapmayı başarabiliyorsa “ellerini kurula” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz.
Her basamakta başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
YÜZ KURULAMA
Lavabonun üzerinde ayna ve yetişebilmek için tabure bulundurunuz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun arkasında durarak her iki elini kavrayınız ve havluyu birlekte alttan tutunuz.
Ellerinizi çocuğunuzun yüzüne yaklaştırarak havluyu yüzüne kapatınız.
Yumuşak hareketlerle bastırıp çekmesini sağlayınız.
Kurulama işlemi bitince elini tutarak birlikte havluyu yerine asınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birliikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek (4.basamak) onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirlerse tekrar baştan 3.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Gerekirse, dirseğinden tutup yönlendirerek yardım ediniz. Daha sonra “yüzünü kurula” deyiniz ve yapınca ödüllendiriniz.
DİŞ FIRÇALAMA
Küçük ve fazla sert olmayan bir diş fırçası kullanınız. Renkli-kokulu macunlar ve süslü diş fırçaları olayı cazip hale getirebilir. Yemek sonrası ve yatmadan önce en uygun zamanlardır.
Kendini aynada görebilmesi için çocuğunuzu bir tabureye çıkartınız. Aynaya bakarak gülümserken dişlerinizi ona gösteriniz ve dişlerini göstermesini söyleyiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun elini tutup birlikte musluğu açınız.
Sol eline diş macununu almasını sağlayınız.
Diğer eliyle diş macununun kapağını açtırınız, musluğun kenarına koydurunuz.
Çocuğunuzun elini tutarak diş fırçasını alınız ve ıslatınız.
Macunu diş fırçasına sıkmasını sağlayınız.
Lavabonun kenarına macunu bıraktırınız.
Elinden sıkıca kavrayarak dairesel hareketlerle, önce dişlerin ön yüzeylerini, sonra arka taraflarını olacak şekilde yukarıdan aşağıya doğru fırçalatınız.
Diş fırçasını suyun altında çalkalatıp bıraktırınız.
Avucunuzun içine alarak (veya bardakla) ağzına su alıp çalkalamasını sağlayınız.
Diş macunu kapatıp kaldırmasını sağlayınız.
Ellerini kurulatınız.
Son basamağa kadar (11.basamak) faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz. Başarabilirse yine baştan 10. basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınız. Son iki basamağı (10. ve 11.) ona yapmasını söyleyiniz.
Yine başarabilirse sıra ile başa doğru yardımları azaltarak geliniz. Her basamağı başarıyorsa bir önceki basamağa geçiniz. Gerekirse dirseğinden tutup yönlendiriniz. Dişlerini yıkamasını söyleyerek faaliyeti yaptırınız ve ödüllendiriniz.
SAÇ TARAMA
Bu işleme başlamadan önce çocuğunuzun saçını ortadan veya yandan ayırınız. Saçlar mümkün olduğunca kolay taranır durumda iken bu uygulama yapılmalıdır. Saç fırçasını kavrayabilmesi çok önemlidir. Önce bunu sağlayınız.
Kız çocuklarnıda süslü saç tokaları ile faaliyeti cazip hale getirebilirsiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun arkasında durunuz. Her ikinizin de yüzü aynaya dönük olsun. Çocuğunuzun elini tutarak saçlarını yukarıdan ayağıya doğru ve özelllikle acıtmadan fırçalayınız.
Her fırçalamasının (taramanın) ardından elini tutarak saçlarını eli ile düzeltmesini sağlayınız.
İşlemi tekrarlayınız.
Faaliyete katılıyorsa “ saçını ne güzel taradın, çok güzel (yakışıklı) oldun” şeklinde ödüllendiriniz.
Faaliyeti son basamağa kadar birlikte yaparak, son basamakta ellerinizi çekiniz ve onun yapmasını sağlayınız.
Başarabilirse yine sondan başa doğru gelerek yapmasını söyleyiniz ve gerekirse destekleyiniz. Ödüllendiriniz.
Her basamağı bağımsız olarak yapabiliyorsa saçını fırçalamasını( taramasını) söyleyiniz ve ödüllendiriniz.
BARDAKTAN SU İÇME
Çocuğunuza kendi başına su içmeyi öğretebileceğiniz en uygun zaman onun susamış oyduğu zamandır.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuz bardağı eliyle kavrasın, siz de üzerinden tutarak ağzına götürünüz.
Bardağı hafifçe eğerek suyu içmesini sağlayınız.
İçtikten sonra bardağı masaya koyunuz.
Sizir yardımınızla bu basamakları gerçekleştirebiliyorsa, su içme becerisini yapabiliyor demektir.
Suyu içtikten sonra ellirinizi çekiniz ve bardağı masaya kendi koyması için izin veriniz.
Daha sonra elinizi bardakla masa arasındaki yarı yolda çekiniz, çocuğunuz bardağı masaya koysun.
Ellerinizi suyu içer içmez çekiniz ve bardağı masaya koymasını sağlayınız.
Çocuğunuz bardağı ağzına götürünce elinizi çekiniz, suyu içip bardağı masaya koysun.
Çocuğunuz bardağı ağzına götürmeden ellerinizi çekiniz ve böylece yardımı azalta azalta kendi başarıncaya kadar bunu sürdürünüz.
Başarınca ödüllendiriniz.
YEMEK YEME
Çocuğunuza bu faaliyeti kaşık, çatal, bıçağı bir bütün halinde kullanacak şekilde öğretiniz.
Önce tabağa lokma lokma yemek koyunuz. Her lokmayı bitirmeden diğerini almamalıdır. Çocuğunuz bu faaliyeti öğrenme aşamasında iken etrafa döküp saçmasını kabullenmelisiniz. Plastik mama önlüğü kullanıp, yere örtü, gazete serebilirsiniz.
Bu işleme çocuğunuzun aç olduğu bir saati ve sevdiği yiyecekleri seçerek başlamalısınız. Eğer hem sevdiği, hemde sevmediği yiyecekler var ise, önce sevmediği sonra sevdiği yiyeceği veriniz. Sevdiği yiyecek ödül olacaktır.
Eğer olaya küçük aksilikler çıkartarak tepki gösteriyorsa görmezden geliniz, devam ederse işlemi erteleyiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuz kaşık ya da çatalı kavradıktan sonra siz de bileğinden kavrayınız.
Yiyeceği tabaktan alınız.
Kaşık ya da çatalı çocuğunuzun ağzına götürünüz.
Kaşık ya da çatalı tekrar birlikte tabağa getirip hareketi yineleyiniz.
Çocuğunuz faaliyete direnmiyorsa uygun şekilde ödüllendiriniz. Aynı işlemleri sırası ile bileğinden, dirseğinden ve kolundan tutarak yineleyiniz. Her basamağı 4-5 kez başarabiliyorsa “yemeğini ye” deyiniz ve başarırsa ödüllendiriniz.
PANTOLON GİYME
Beli lastikli ve bol bir pantolon (eşofman) kullanınız.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun pantolonunu kalçasına kadar çekip ellerini pantolonun üzerine koyarak beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunu dizlerine kadar çekip, ellerini pantolonun üzerine koyarak önce kalçasına, sonra beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolununu her iki ayak bileğine kadar çekip, ellerini pantolonunun üzerine koyarak dizlerine, kalçasına ve oradan da beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunun bir ayağına geçirip, elleri ile tutturarak diğer ayağına geçirmesini, diz, kalça ve beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunu önünde tutarak ayaklarını geçirip beline kadar çekmesini sağlayınız.
Pantolonunun hazırlayıp giymesini söyleyiniz.
Her basamağı birkaç kez denedikten sonra bayarınca ödüllendiriniz.
PANTOLON ÇIKARMA
Çocuğunuz ayakta iken pantolonu dizlerine kadar indirip, bir yere oturttuktan sonra bir ayağından pantolonu çıkartınız, ellerini pantolonun üzerine koyarak diğer ayağını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuz ayakta iken pantolonu dizlerine kadar kadar indirip, bir yere oturttuktan sonra bir ayağından çıkartmasına yardım ediniz. Diğer ayağından yardım etmeden çıkartmasını söyleyiniz.
Çocuğunuz ayakta iken dizlerine kadar pontolununu indirip, ayaklarından kendisinin çıkartmasını söyleyiniz.
Çocuğunuz dizden aşağıya sizin yardımınız olmadan pantolonunu çıkarabiliyorsa yardımı azaltınız. Yani ellerini dizden yukarıda, kalçada, belde çekerek pantolonu kendi başına çıkartmasını sağlayınız.
Her basamaktan sonra başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
KAZAK (FANİLA) GİYME
Kazak, fanila veya eşofman üstünün çok sıkı olmaması gerekir.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun karşısında durarak, her iki kolunu kazağın kollarnıdan geçiriniz. Ellerini yukarı kaldırarak kazağın başından geçmesini sağlayınız. Kazağı giymesini söyleyiniz, ellerini kazağın her iki yanına koyarak aşağı indirmesine yardım ediniz.
Çocuğunuzun her iki kolunu kazağın kollarından geçiriniz ve kollarını başının üzerine kaldırmasını sağlayınız. Kazağı giymesini söyleyerek kollarını aşağı indirmesini ve kazağın eteklerini aşağı çekerek giyme işlemini tamamlamasını sağlayınız.
Çocuğunuzun her iki kolunu kazağın kollarından geçirin, giymesini söyleyerek başından geçirmesine ve kazağını iki yanından aşağıya çekmesine yardımcı olunuz.
Kazağı tek kolundan geçirip, diger kolunu geçirmesini, başından aşağıya doğru giymesini sağlayınız.
Kazağı yatağın üzerine seriniz. Çocuğunuza giymesini söyleyiniz. Önce kollarını, sonra başını geçirip, kazağı iki yanından beline indirmesini sağlayınız.
Her basamağı 4 – 5 kez yapabiliyorsa bir sonraki basamağa geçiniz. Her basamağın sonunda ödüllendiriniz.
KAZAK (FANİLA) ÇIKARMA
Her basamağı 4-5 kez yineleyiniz. Başarabiliyorsa bir sonraki basamağa geçiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun kazağını boynuna kadar sıyırıp başını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuzun kazağının bir kolunu çıkarana kadar sıyırıp diğer kolunu ve boynundan yukarısını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuzun kazağını kollarına kadar sıyırıp, her iki kolundan ve başından çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuza kazağını çıkarmasını söyleyiniz ve gerekirse yardım ederek çıkarmasını sağlayınız.
Her basamağın sonunda “aferin ne güzel başardın” diyerek sözel olarak ödüllendiriniz.
GÜNLÜK YAŞAM İŞLEVLERİ KONUSUNDA EĞİTİME BAŞLAMADAN ÖNCE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR
Çocuklarınıza günlük yaşam becerileri kazandırmayı kolaylaştırmak için izlenmesi gereken bazı yol ve yöntemler vardır:
Eğitim süresi 8-10 hafta olmalıdır . Çocuğunuza günde en az iki defa ve önce 2-5 dk sonra giderek artan bir şekilde en az 5-20 dk zaman ayırmalısınız (Bu süre çocuğun kişilik özellikleri , psikolojik durumu , anne babanın çalışıp çalışmaması vb gibi etkenlere göre değişebilir).
Çocuğunuzun ve sizin yorgun olmadığınız , çocuğunuzun uykusuz olmadığı ve sakin olduğu zamanları seçmek uygun olacaktır.
Eğitim yapılan süre mutlaka günün aynı zaman dilimine gelmeli (hergün 10-11 ve 16-17 arası gibi ), çocuğun dikkatini dağıtmayacak bir ortam olmalı ( çevrede diğer çocuklar oynamamalı , fazla eşya olmamalı , TV , Radyo-teyp çalışmamalıdır) dır.
Çocuğunuza mümkün olduğunca yakın ve otururken aynı yükseklikte olunuz. Kendi kendine oturamıyorsa tutarak oturmasına yardımcı olunuz. Sizin yüzünüzü rahatça görebileceği pozisyonda olunuz.
Size bakmasını sağlayınız , bakmıyorsa çenesini hafifçe çevirip bakmasını sağlayınız. Gözgöze geliniz , bunu yaparsa ödüllendiriniz. Yine bakmıyorsa 1-2 dk sonra yeniden deneyiniz. 2-3 saniye göz göze gelirse ödüllendiriniz ve bunu 5-6 sn oluncaya kadar sürdürünüz . Evdeki diğer kişilerle göz göze gelmesini sağlayınız. Eğitim süresince çocuğunuz göz göze gelmiyorsa göz hizasına sevdiği bir şeyi koyarak bunu sağlamaya çalışınız.
Onun anlayabileceği şekilde kısa ve basit cümlelerle konuşunuz (Ali kalk , bardağı tut vb gibi) . Konuşurken mimik ve jestlerinizi de kullanınız.
Öğretilecek her işlevi bir kaç kez yineleyiniz . Her beceriyi basitten başlayarak sıralayınız , becerileri küçük basamaklara bölerek öğretiniz.
İstediğiniz bir beceri için sadece çaba gösterse bile ödüllendiriniz. Ödül olarak sevdiği bir uğraş ( Parka gitmek , oyun oynamak vb ) olabilir.
Çocuğunuzun olumlu bir davranışına sevinmek ona sarılmak ''aferin'' '' ne güzel yaptın'' şeklinde sözlü ifade de ödüldür. Ödül olarak seçtiğiniz şeyi mutlaka istenilen davranışın hemen arkasından gerçekleştiriniz.
ÖZ BAKIM BECERİLERİ
EL YIKAMA
Çocuğunuzun rahatça elini yıkayabilmesi için lavabonun boyuna uygun olması gerekir. Bunu sağlamak için bir tabure kullanabilirsiniz. Çocuğunuzun arkasına geçerek ellerinizi onun elleri üzerine koyunuz. Çocuğunuzun karşısında bir ayna olması yararlı olabilir.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun elini tutarak çeşmeyi açınız.
Ellerini ellerinizin arasına alarak akan suyun altına tutunuz.
Elini tutarak sabunu almasını sağlayınız.
Bir eliyle sabunu tutrupu, diğer elinizle çocuğunuzun eline sabuna sürtüp köpürmesini sağlayınız.
Elini sabunluğa götürüp sabunu bıraktırınız.
Çocuğunuzun iki ileni birbirine sürterek köpürmesini sağlayınız.
Suyun altında ellerini yıkayınız. Gerekinse işlemi tekrarlayınız.
Ellerini tutarak çeşmeyi birlikte kapatınız.
Faaliyete direnmiyorsa ödüllendiriniz. Son basamağa kadar faaliyeti birlikte lapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz. Başarabilirse tekrar baştan 7.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınız ve son iki basamağı (7. ve 8.) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırayla 5., 4., 3., 2., ve 1. basamaklara kadar faaliyeti birlikte yapıp diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Bu arada yardıma gereksinim olursa dirseklerinden hafifçe yönlendirerek yardım ediniz, bu şekilde basamakları sondan başa doğru sıralayarak başarabiliydrsa “ellerini yıka” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz. Her basamağın sonunda başarı durumuna göre uygun şekilde ödüllendiriniz.
YÜZ YIKAMA
El yıkama faaliyetlerini öğrendikten sonra hemen arkasından öğretilmelidir.
İŞLEM BASAMAKLARI
Çocuğunuzun elini tutarak birlikte çeşmeyi açınız.
Ellerini köpürtmesini sağlayınız.
Ellerini köpürttükten sonra sabunu bırakınız.
Çocuğunuzun arkasında durarak her iki elini bileklerinden tutunuz, dairesel hareketlerle ağız ve yanaklarını sabunlayınız.
Bölgeyi köpürtünüz.
Ellerini ellerinizle tutarak önce sabunlu ellerinizi durumatınız.
Elini bir suya, bir yüzüne götürerek yüzünü durulayınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse tekrar 7.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınınız ve son iki basamağı (7. ve 8) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırasıyla 6., 5., 4., 2., ve 1. basamaklara kadar faaliyeti birlikte lapıp, diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Bu arada yardıma gereksinimi olursa dirseklerinden hafifçe yönlendirerek yardım edeniz. Bu şekilde sondan başa doğru sıralayarak başarabiliyorsa “ yüzünü yıka” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz. Her basamağın sonunda başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
EL DURULAMA
Büyük bir havlu ve lavaboya yetişebilmek için tabure kullanınız.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun bir elini tutarak havlunun arkasına koyunuz.
Diğer elinin içini (avucunu) havlu ile ovuşturunuz.
Elinin tersini (üst kısmını) havlu ile ovuşturunuz.
Kurulanan eliyle havlunun bir tarafından tutturunuz.
Diğer elinin içini havlu ile ovuşturunuz.
Elinin tersini de havlu ile ovuşturarak kurulatınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek ( 6.basamakta) onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse tekrar baştan 5. basamağa kadar birlikte faaliyeti yapınız ve son iki basamağı (5. ve 6.) ona yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirse yine baştan sırasıyla 4., 3., 2., ve 1., basamaklara kadar faaliyeti birlikte yapıp, diğerlerini yapmasını söyleyiniz. Yardıma gereksinimi olursa derseğini tutarak yönlendiriniz.
Basamakları bu şekilde yapmayı başarabiliyorsa “ellerini kurula” diyerek faaliyeti yapmasını bekleyiniz.
Her basamakta başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
YÜZ KURULAMA
Lavabonun üzerinde ayna ve yetişebilmek için tabure bulundurunuz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun arkasında durarak her iki elini kavrayınız ve havluyu birlekte alttan tutunuz.
Ellerinizi çocuğunuzun yüzüne yaklaştırarak havluyu yüzüne kapatınız.
Yumuşak hareketlerle bastırıp çekmesini sağlayınız.
Kurulama işlemi bitince elini tutarak birlikte havluyu yerine asınız.
Son basamağa kadar faaliyeti birliikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek (4.basamak) onun yapmasını söyleyiniz.
Başarabilirlerse tekrar baştan 3.basamağa kadar faaliyeti birlikte yapıp diğerlerini yapmasını söyleyiniz.
Gerekirse, dirseğinden tutup yönlendirerek yardım ediniz. Daha sonra “yüzünü kurula” deyiniz ve yapınca ödüllendiriniz.
DİŞ FIRÇALAMA
Küçük ve fazla sert olmayan bir diş fırçası kullanınız. Renkli-kokulu macunlar ve süslü diş fırçaları olayı cazip hale getirebilir. Yemek sonrası ve yatmadan önce en uygun zamanlardır.
Kendini aynada görebilmesi için çocuğunuzu bir tabureye çıkartınız. Aynaya bakarak gülümserken dişlerinizi ona gösteriniz ve dişlerini göstermesini söyleyiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun elini tutup birlikte musluğu açınız.
Sol eline diş macununu almasını sağlayınız.
Diğer eliyle diş macununun kapağını açtırınız, musluğun kenarına koydurunuz.
Çocuğunuzun elini tutarak diş fırçasını alınız ve ıslatınız.
Macunu diş fırçasına sıkmasını sağlayınız.
Lavabonun kenarına macunu bıraktırınız.
Elinden sıkıca kavrayarak dairesel hareketlerle, önce dişlerin ön yüzeylerini, sonra arka taraflarını olacak şekilde yukarıdan aşağıya doğru fırçalatınız.
Diş fırçasını suyun altında çalkalatıp bıraktırınız.
Avucunuzun içine alarak (veya bardakla) ağzına su alıp çalkalamasını sağlayınız.
Diş macunu kapatıp kaldırmasını sağlayınız.
Ellerini kurulatınız.
Son basamağa kadar (11.basamak) faaliyeti birlikte yapıp, son basamakta ellerinizi çekerek onun yapmasını söyleyiniz. Başarabilirse yine baştan 10. basamağa kadar faaliyeti birlikte yapınız. Son iki basamağı (10. ve 11.) ona yapmasını söyleyiniz.
Yine başarabilirse sıra ile başa doğru yardımları azaltarak geliniz. Her basamağı başarıyorsa bir önceki basamağa geçiniz. Gerekirse dirseğinden tutup yönlendiriniz. Dişlerini yıkamasını söyleyerek faaliyeti yaptırınız ve ödüllendiriniz.
SAÇ TARAMA
Bu işleme başlamadan önce çocuğunuzun saçını ortadan veya yandan ayırınız. Saçlar mümkün olduğunca kolay taranır durumda iken bu uygulama yapılmalıdır. Saç fırçasını kavrayabilmesi çok önemlidir. Önce bunu sağlayınız.
Kız çocuklarnıda süslü saç tokaları ile faaliyeti cazip hale getirebilirsiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun arkasında durunuz. Her ikinizin de yüzü aynaya dönük olsun. Çocuğunuzun elini tutarak saçlarını yukarıdan ayağıya doğru ve özelllikle acıtmadan fırçalayınız.
Her fırçalamasının (taramanın) ardından elini tutarak saçlarını eli ile düzeltmesini sağlayınız.
İşlemi tekrarlayınız.
Faaliyete katılıyorsa “ saçını ne güzel taradın, çok güzel (yakışıklı) oldun” şeklinde ödüllendiriniz.
Faaliyeti son basamağa kadar birlikte yaparak, son basamakta ellerinizi çekiniz ve onun yapmasını sağlayınız.
Başarabilirse yine sondan başa doğru gelerek yapmasını söyleyiniz ve gerekirse destekleyiniz. Ödüllendiriniz.
Her basamağı bağımsız olarak yapabiliyorsa saçını fırçalamasını( taramasını) söyleyiniz ve ödüllendiriniz.
BARDAKTAN SU İÇME
Çocuğunuza kendi başına su içmeyi öğretebileceğiniz en uygun zaman onun susamış oyduğu zamandır.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuz bardağı eliyle kavrasın, siz de üzerinden tutarak ağzına götürünüz.
Bardağı hafifçe eğerek suyu içmesini sağlayınız.
İçtikten sonra bardağı masaya koyunuz.
Sizir yardımınızla bu basamakları gerçekleştirebiliyorsa, su içme becerisini yapabiliyor demektir.
Suyu içtikten sonra ellirinizi çekiniz ve bardağı masaya kendi koyması için izin veriniz.
Daha sonra elinizi bardakla masa arasındaki yarı yolda çekiniz, çocuğunuz bardağı masaya koysun.
Ellerinizi suyu içer içmez çekiniz ve bardağı masaya koymasını sağlayınız.
Çocuğunuz bardağı ağzına götürünce elinizi çekiniz, suyu içip bardağı masaya koysun.
Çocuğunuz bardağı ağzına götürmeden ellerinizi çekiniz ve böylece yardımı azalta azalta kendi başarıncaya kadar bunu sürdürünüz.
Başarınca ödüllendiriniz.
YEMEK YEME
Çocuğunuza bu faaliyeti kaşık, çatal, bıçağı bir bütün halinde kullanacak şekilde öğretiniz.
Önce tabağa lokma lokma yemek koyunuz. Her lokmayı bitirmeden diğerini almamalıdır. Çocuğunuz bu faaliyeti öğrenme aşamasında iken etrafa döküp saçmasını kabullenmelisiniz. Plastik mama önlüğü kullanıp, yere örtü, gazete serebilirsiniz.
Bu işleme çocuğunuzun aç olduğu bir saati ve sevdiği yiyecekleri seçerek başlamalısınız. Eğer hem sevdiği, hemde sevmediği yiyecekler var ise, önce sevmediği sonra sevdiği yiyeceği veriniz. Sevdiği yiyecek ödül olacaktır.
Eğer olaya küçük aksilikler çıkartarak tepki gösteriyorsa görmezden geliniz, devam ederse işlemi erteleyiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuz kaşık ya da çatalı kavradıktan sonra siz de bileğinden kavrayınız.
Yiyeceği tabaktan alınız.
Kaşık ya da çatalı çocuğunuzun ağzına götürünüz.
Kaşık ya da çatalı tekrar birlikte tabağa getirip hareketi yineleyiniz.
Çocuğunuz faaliyete direnmiyorsa uygun şekilde ödüllendiriniz. Aynı işlemleri sırası ile bileğinden, dirseğinden ve kolundan tutarak yineleyiniz. Her basamağı 4-5 kez başarabiliyorsa “yemeğini ye” deyiniz ve başarırsa ödüllendiriniz.
PANTOLON GİYME
Beli lastikli ve bol bir pantolon (eşofman) kullanınız.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun pantolonunu kalçasına kadar çekip ellerini pantolonun üzerine koyarak beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunu dizlerine kadar çekip, ellerini pantolonun üzerine koyarak önce kalçasına, sonra beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolununu her iki ayak bileğine kadar çekip, ellerini pantolonunun üzerine koyarak dizlerine, kalçasına ve oradan da beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunun bir ayağına geçirip, elleri ile tutturarak diğer ayağına geçirmesini, diz, kalça ve beline kadar çekmesini sağlayınız.
Çocuğunuzun pantolonunu önünde tutarak ayaklarını geçirip beline kadar çekmesini sağlayınız.
Pantolonunun hazırlayıp giymesini söyleyiniz.
Her basamağı birkaç kez denedikten sonra bayarınca ödüllendiriniz.
PANTOLON ÇIKARMA
Çocuğunuz ayakta iken pantolonu dizlerine kadar indirip, bir yere oturttuktan sonra bir ayağından pantolonu çıkartınız, ellerini pantolonun üzerine koyarak diğer ayağını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuz ayakta iken pantolonu dizlerine kadar kadar indirip, bir yere oturttuktan sonra bir ayağından çıkartmasına yardım ediniz. Diğer ayağından yardım etmeden çıkartmasını söyleyiniz.
Çocuğunuz ayakta iken dizlerine kadar pontolununu indirip, ayaklarından kendisinin çıkartmasını söyleyiniz.
Çocuğunuz dizden aşağıya sizin yardımınız olmadan pantolonunu çıkarabiliyorsa yardımı azaltınız. Yani ellerini dizden yukarıda, kalçada, belde çekerek pantolonu kendi başına çıkartmasını sağlayınız.
Her basamaktan sonra başarı durumuna göre ödüllendiriniz.
KAZAK (FANİLA) GİYME
Kazak, fanila veya eşofman üstünün çok sıkı olmaması gerekir.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun karşısında durarak, her iki kolunu kazağın kollarnıdan geçiriniz. Ellerini yukarı kaldırarak kazağın başından geçmesini sağlayınız. Kazağı giymesini söyleyiniz, ellerini kazağın her iki yanına koyarak aşağı indirmesine yardım ediniz.
Çocuğunuzun her iki kolunu kazağın kollarından geçiriniz ve kollarını başının üzerine kaldırmasını sağlayınız. Kazağı giymesini söyleyerek kollarını aşağı indirmesini ve kazağın eteklerini aşağı çekerek giyme işlemini tamamlamasını sağlayınız.
Çocuğunuzun her iki kolunu kazağın kollarından geçirin, giymesini söyleyerek başından geçirmesine ve kazağını iki yanından aşağıya çekmesine yardımcı olunuz.
Kazağı tek kolundan geçirip, diger kolunu geçirmesini, başından aşağıya doğru giymesini sağlayınız.
Kazağı yatağın üzerine seriniz. Çocuğunuza giymesini söyleyiniz. Önce kollarını, sonra başını geçirip, kazağı iki yanından beline indirmesini sağlayınız.
Her basamağı 4 – 5 kez yapabiliyorsa bir sonraki basamağa geçiniz. Her basamağın sonunda ödüllendiriniz.
KAZAK (FANİLA) ÇIKARMA
Her basamağı 4-5 kez yineleyiniz. Başarabiliyorsa bir sonraki basamağa geçiniz.
İŞLEM BASAMAKLARI:
Çocuğunuzun kazağını boynuna kadar sıyırıp başını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuzun kazağının bir kolunu çıkarana kadar sıyırıp diğer kolunu ve boynundan yukarısını çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuzun kazağını kollarına kadar sıyırıp, her iki kolundan ve başından çıkarmasını sağlayınız.
Çocuğunuza kazağını çıkarmasını söyleyiniz ve gerekirse yardım ederek çıkarmasını sağlayınız.
Her basamağın sonunda “aferin ne güzel başardın” diyerek sözel olarak ödüllendiriniz.
5 Temmuz 2008 Cumartesi
WHAT IS LOVE?
WHAT IS LOVE?
Now one of the best known theories of love (which means an educated guess that isn't proven fact) is Robert Sternberg's Triangular Theory of Love.
The three components of the Triangular Theory of Love are:
Passion, the feeling physically aroused and attracted to someone.
Passion is what makes you feel "in love" and is the feeling most associated with love. It also rises quickly and strongly influences and biases your judgment.
Intimacy, the feeling close and connected to someone (developed through sharing and very good communications over time).
Intimacy is what makes you want to share and offer emotional and material support to each other.
Commitment, pledging to your self and each other to strengthen the feelings of love and to actively maintain the relationship.
Commitment is what makes you want to be serious, have a serious relationship and promise to be there for the other person if things get tough.
Now Sternberg also uses his Triangular Theory of Love to answer some of the most commonly asked questions about love:
Is there love at first sight?
This is when we are overwhelmed by passion, without any intimacy or commitment (both of which take time). Sternberg calls this infatuated love, Because there is not intimacy or commitment, infatuated love is fated to fade away.
Why do some people get married after being in love for a very short time?
This is a combination of passion and commitment, but without any intimacy. Sternberg calls this Hollywood love. This is where two people make a commitment to each other based on their passion. Unless intimacy develops over time, this relationship most likely will end.
Can their be love without sex?
Ah yes, companionate love, where intimacy and commitment are present without any sexual passion.
Why doesn't romantic love last?
Passion and intimacy without commitment is Romantic love. When the passion fades, and the intimacy wanes, the relationship ends.
This a close friend sent me e-mail:
Infatuation vs. Love
Infatuation is instant desire - one set of glands calling to another.
Love is friendship that has caught fire. It takes root and grows, one day at a time.
Infatuation is marked by a feeling of insecurity. You are excited and eager, but not genuinely happy. There are nagging doubts, unanswered questions, little bits and pieces about your beloved that you would just as soon not examine too closely. It might spoil the dream.
Love is the quiet understanding and mature acceptance of imperfection. It is real. It gives you strength and grows beyond you - to bolster your beloved. You are warmed by their presence, even when they are away. Miles do not separate you. You have so many wonderful little films in your head that you keep replaying. But near or far, you know they are yours, and you can wait.
Infatuation says, "We must get married right away. I can't risk losing them."
Love says, "Be patient. Don't panic. Plan your future with confidence."
Infatuation has an element of sexual excitement. Whenever you are together, you hope it will end in intimacy.
Love is not based on sex. It is the maturation of friendship, which makes sex so much sweeter. You must be friends before you can be lovers.
Infatuation lacks confidence. When they're away, you wonder if they're cheating. Sometimes, you check.
Love means trust. You are calm, secure and unthreatened. They feel your trust, and it makes them even more trustworthy.
Infatuation might lead you to do things you will regret, but love never steers you in the wrong direction.
Love is an upper. It makes you feel whole. It completes the circle. It fills the empty space in your heart. Love is elevating. It lifts you up. It makes you look up. It makes you think up. It makes you a better person than you were before. If you have love in your life, it can make up for a great many things you don't have. If there is no love in your life, whatever else there is has a lot less meaning.
The secret of our being is not only to live but to have something to live for.
Now one of the best known theories of love (which means an educated guess that isn't proven fact) is Robert Sternberg's Triangular Theory of Love.
The three components of the Triangular Theory of Love are:
Passion, the feeling physically aroused and attracted to someone.
Passion is what makes you feel "in love" and is the feeling most associated with love. It also rises quickly and strongly influences and biases your judgment.
Intimacy, the feeling close and connected to someone (developed through sharing and very good communications over time).
Intimacy is what makes you want to share and offer emotional and material support to each other.
Commitment, pledging to your self and each other to strengthen the feelings of love and to actively maintain the relationship.
Commitment is what makes you want to be serious, have a serious relationship and promise to be there for the other person if things get tough.
Now Sternberg also uses his Triangular Theory of Love to answer some of the most commonly asked questions about love:
Is there love at first sight?
This is when we are overwhelmed by passion, without any intimacy or commitment (both of which take time). Sternberg calls this infatuated love, Because there is not intimacy or commitment, infatuated love is fated to fade away.
Why do some people get married after being in love for a very short time?
This is a combination of passion and commitment, but without any intimacy. Sternberg calls this Hollywood love. This is where two people make a commitment to each other based on their passion. Unless intimacy develops over time, this relationship most likely will end.
Can their be love without sex?
Ah yes, companionate love, where intimacy and commitment are present without any sexual passion.
Why doesn't romantic love last?
Passion and intimacy without commitment is Romantic love. When the passion fades, and the intimacy wanes, the relationship ends.
This a close friend sent me e-mail:
Infatuation vs. Love
Infatuation is instant desire - one set of glands calling to another.
Love is friendship that has caught fire. It takes root and grows, one day at a time.
Infatuation is marked by a feeling of insecurity. You are excited and eager, but not genuinely happy. There are nagging doubts, unanswered questions, little bits and pieces about your beloved that you would just as soon not examine too closely. It might spoil the dream.
Love is the quiet understanding and mature acceptance of imperfection. It is real. It gives you strength and grows beyond you - to bolster your beloved. You are warmed by their presence, even when they are away. Miles do not separate you. You have so many wonderful little films in your head that you keep replaying. But near or far, you know they are yours, and you can wait.
Infatuation says, "We must get married right away. I can't risk losing them."
Love says, "Be patient. Don't panic. Plan your future with confidence."
Infatuation has an element of sexual excitement. Whenever you are together, you hope it will end in intimacy.
Love is not based on sex. It is the maturation of friendship, which makes sex so much sweeter. You must be friends before you can be lovers.
Infatuation lacks confidence. When they're away, you wonder if they're cheating. Sometimes, you check.
Love means trust. You are calm, secure and unthreatened. They feel your trust, and it makes them even more trustworthy.
Infatuation might lead you to do things you will regret, but love never steers you in the wrong direction.
Love is an upper. It makes you feel whole. It completes the circle. It fills the empty space in your heart. Love is elevating. It lifts you up. It makes you look up. It makes you think up. It makes you a better person than you were before. If you have love in your life, it can make up for a great many things you don't have. If there is no love in your life, whatever else there is has a lot less meaning.
The secret of our being is not only to live but to have something to live for.
4 Temmuz 2008 Cuma
SPORUN FAYDALARI
--------------------------------------------------------------------------------
sporun faydaları saymakla bitmez tabi ki ama bunlar konu baslıklarıı....
SPORUN FAYDALARI
Her yaşa göre sporun faydaları
Spor, çocuk ve gençlerde mutluluk, öfkeyi kontrol edebilme, saldırganlığı frenlemeye yardımcı oluyor. Erişkinlerin, dinç ve dinamik görünmelerini, seks yaşamlarının daha düzenli ve tatminkar olmasını sağlıyor.
Spor rolü özellikle çocuklarda sosyal ilişkileri arttırmada ve yaşıtları ile daha iyi arkadaşlıklar kurmada büyük bir yer tutuyor.
Bu yaş gruplarında sorumluluk duygusunun yanı sıra, öfkeyi kontrol edebilme, saldırganlığı frenlemede sporun göz ardı edilemeyecek etkisi bulunuyor.
Çukurova Üniversitesi Mediko Sosyal Birimi Psikiyatri Uzmanı Sabri Yurdakul,sporun faydaları hakkında şunları söyledi: "Spor yapan çocuklar, enerjilerini sporla boşalttıkları için dersin başına oturduklarında daha verimli çalışır ve boşa vakit geçirmezler. Yaşıtlarına göre daha az hastalıklara yakalanır ayrıca, daha çabuk iyileşir. Takım ruhuna sahip oldukları için de yalnızlık hissetmez ve kendilerini dinleyecek bol zamanları kalır. Gençlik döneminde de bu çağın dinamizmini sporla değerlendirdikleri için alkol ve sigaradan uzak kalırlar. Gençliğin aşırı heyecanını spora aktarmak, olaylara yaklaşımlarda daha serinkanlı olmayı sağlar. Aynı zamanda gençler için çok gerekli olan kendine güven duygusu ve ifade yeteneği artar. Yediklerine, içtiklerine ve uykularına dikkat ettikleri için de iyi beslenir."
Unutkanlığa karşı
Sporun yaşlılar için ise faydası sadece bedensel yetilerle sınırlı kalmıyor. Bu yaş grubundakiler için çok önemli olan ruh haline de etki edebiliyor.
Yurdakul, yaşlılar söz konusu olduğunda sporun faydalarını şöyle sıraladı: "Spor yapan yaşlılar, bu yaş grubunda sık görülen depresyona daha az yakalanır, kendilerini yalnız ve mutsuz hissetmezler. Fiziksel kapasitelerini ileri yaşlara kadar muhafaza ettikleri için kemik erimesi, kalp damar hastalıklarına daha az yakalanırlar. Dinç yapıları ile toplum içinde sevilen kişiler haline geldikleri için, evredekilerin takdirini kazanırlar. Yaşlıların beyin aktivitelerini artıran spor, unutkanlıkları da azaltır."
sporun faydaları saymakla bitmez tabi ki ama bunlar konu baslıklarıı....
SPORUN FAYDALARI
Her yaşa göre sporun faydaları
Spor, çocuk ve gençlerde mutluluk, öfkeyi kontrol edebilme, saldırganlığı frenlemeye yardımcı oluyor. Erişkinlerin, dinç ve dinamik görünmelerini, seks yaşamlarının daha düzenli ve tatminkar olmasını sağlıyor.
Spor rolü özellikle çocuklarda sosyal ilişkileri arttırmada ve yaşıtları ile daha iyi arkadaşlıklar kurmada büyük bir yer tutuyor.
Bu yaş gruplarında sorumluluk duygusunun yanı sıra, öfkeyi kontrol edebilme, saldırganlığı frenlemede sporun göz ardı edilemeyecek etkisi bulunuyor.
Çukurova Üniversitesi Mediko Sosyal Birimi Psikiyatri Uzmanı Sabri Yurdakul,sporun faydaları hakkında şunları söyledi: "Spor yapan çocuklar, enerjilerini sporla boşalttıkları için dersin başına oturduklarında daha verimli çalışır ve boşa vakit geçirmezler. Yaşıtlarına göre daha az hastalıklara yakalanır ayrıca, daha çabuk iyileşir. Takım ruhuna sahip oldukları için de yalnızlık hissetmez ve kendilerini dinleyecek bol zamanları kalır. Gençlik döneminde de bu çağın dinamizmini sporla değerlendirdikleri için alkol ve sigaradan uzak kalırlar. Gençliğin aşırı heyecanını spora aktarmak, olaylara yaklaşımlarda daha serinkanlı olmayı sağlar. Aynı zamanda gençler için çok gerekli olan kendine güven duygusu ve ifade yeteneği artar. Yediklerine, içtiklerine ve uykularına dikkat ettikleri için de iyi beslenir."
Unutkanlığa karşı
Sporun yaşlılar için ise faydası sadece bedensel yetilerle sınırlı kalmıyor. Bu yaş grubundakiler için çok önemli olan ruh haline de etki edebiliyor.
Yurdakul, yaşlılar söz konusu olduğunda sporun faydalarını şöyle sıraladı: "Spor yapan yaşlılar, bu yaş grubunda sık görülen depresyona daha az yakalanır, kendilerini yalnız ve mutsuz hissetmezler. Fiziksel kapasitelerini ileri yaşlara kadar muhafaza ettikleri için kemik erimesi, kalp damar hastalıklarına daha az yakalanırlar. Dinç yapıları ile toplum içinde sevilen kişiler haline geldikleri için, evredekilerin takdirini kazanırlar. Yaşlıların beyin aktivitelerini artıran spor, unutkanlıkları da azaltır."
Kadınların cinsel yaşamı üzerine merak edilenler
Kadınların cinsel yaşamı üzerine merak edilenler
Cinsellikte kadınlar söz konusu olduğunda her yaş döneminin getirdiği, kendine özgü sorunlar göze çarpıyor... Peki, kadınların 20'li, 30'lu ve 40'lı yaşlarında cinsel sorunlarına nasıl çözüm bulmaları gerekiyor?
Genç kadın, 20'li yaşlarda cinselliği keşfetmeye çalışırken, 30'lu yaşlarda vücudundaki erojen bölgeleri tanımanın ve partnerini nasıl baştan çıkaracağını bilmenin keyfini çıkarıyor. 40'lı yaşlarda da bu zevk devam ediyor. Sağlıklı bir kadın, 20 - 40 yaşları arasında haftada ortalama 1 - 4 kez cinsel ilişkiye giriyor. Bu oran, kadından kadına değişebiliyor. Hatta aynı kadında farklı zamanlarda, başta stres olmak üzere, çeşitli faktörlerden dolayı, ilişki sıklığı geçici olarak artabiliyor veya azalabiliyor. Yine kişilik yapısı olarak bazı kadınlar cinselliğe "düşkün" olurlarken, bazılarına göre cinselliğin önceliği alt sıralarda yer alabiliyor. Burada önemli olan, kadının cinselliğe olan arzusundan memnun olup olmadığı tabii ki. Ancak her dönem kendine özgü sorunları da beraberinde getiriyor!
20'Lİ YAŞLAR
KADIN ORGAZM ARAYIŞINDA
Korkular, belirsizlikler, utançlar, şüpheler ve hayalkırıklıkları... Özellikle ilk tecrübe, genç kızların büyük bir çoğunluğu için tam bir hayalkırıklığıyla sonuçlanıyor. Çünkü genç kızlar ilk cinsel ilişkilerini genellikle kendi vücutları hakkında pek fikir sahibi olmadan yaşıyor. Cinsellik konusundaki problemlerin bir çoğu, kadın ve erkeğin hem kendi hem de karşı cinsin vücudunu yeterince tanımamasından kaynaklanıyor. Hiç şüphesiz ki bu durum, cinsel ilişkiyi olumsuz yönde etkiliyor. Ayrıca kadın genital organlarının uyarılması, penisin uyarılmasından çok daha karmaşık. Dolayısıyla cinsel ilişkiden zevk alabilmek için hem kadın hem de erkeğin belli bir tecrübe edinmeleri gerekiyor. Diğer temel nokta ise 'orgazm'. Ancak tam bir birleşme sırasında ulaşılan vajinal orgazmı yaşamak, hangi yaşta olursa olsun zor. Bunun nedeni ise çok basit; vajinal mukoza çok duyarlı bir bölge olmadığı için ön sevişme çok kısa tutulur ya da aceleye getirilirse, kadının doyuma ulaşması zorlaşıyor. Bu durumda kendinizi sağlıksız, yetersiz ya da şanssız hissetmeyin. Orgazmı fazla büyütmemeniz daha gerçekçi bir tutum. Aksi takdirde beyin sadece orgazma ulaşmaya konsantre oluyor ve cinsel yaşamda gerginlik ya da tatminsizlikler yaşanıyor.
NE YAPMALI?
* Tecrübesizliğinizden kurtulmak için vücudunuz üzerinde keşfe çıkın ve nelerden hoşlandığınızı, hangi bölgelerinizin daha hassas olduğunu belirleyin. Vücudunuzu tanıdıkça, aslında son derece normal bir yapıya sahip olduğunuzu farkedecek, cinsel ilişkiden çok daha fazla zevk alacaksınız.
*Yatak odasındaki buluşma, korku, endişe ve güvensizlik kaynağı olmaya devam ediyorsa, partnerinize hissettiğiniz tedirginlik ve sıkıntıyı açıklayın. Utancınızı ve korkunuzu itiraf ederek içten davranabilir ve mutlu bir ilişki için çok daha elverişli bir ortam sağlayabilirsiniz.
*Cinsel eğitimle ilgili kitaplar okuyun. Hem kendi hem de partnerinizin bedeni hakkında fikir edindikçe cinselliğe olan yaklaşımınız da değişecek.
30'LU YAŞLAR
ALTIN ÇAĞ BAŞLIYOR
30'lu yaşlar, kadınlık hormonu östrojenin en sağlıklı çalıştığı dönemi ifade ediyor. Bu yaşlarda kadın vücudundaki erojen bölgeleri tanımanın ve partnerini nasıl baştan çıkarabileceğini keşfetmenin keyfini özgürce yaşıyor. Cinsel birleşme sırasında orgazma ulaşamadığında kendini suçlu ya da yetersiz hissetmiyor. Cinsel yaşamındaki yasakları kaldırıyor; okşamalar, öpmeler, masajlar ve oral ilişkiyle erotizmi hiçbir sıkıntı duymadan yaşayabiliyor. Ayrıca partnerine isteklerini ve sıkıntılarını söylemekten de çekinmiyor. Bu durumda cinsel tatmin her iki taraf için de büyük bir zevke dönüşüyor. Ancak 30'lu yaşların sonlarına doğru seks hormonlarının düzensizleşmesi nedeniyle adet dönemi öncesi sıkıntıları yoğunlaşıyor; baş ağrıları, sinirlilik, huzursuzluk ve tahammülsüzlük gitgide artan dozlarda görülmeye başlıyor. Ayrıca bu yaşlarda her şeyden önce kadının anne olmasıyla birlikte cinselliği ikinci plana atma, reddetme tehlikesi de yaşanabiliyor. Peki ya hamilelik boyunca seks yapılır mı? Elbette, ama dikkatli olmak koşuluyla... Oysa çiftler, genellikle bazı psikolojik nedenlerden ve bebeğin sağlığına zarar verebilir gibi yanlış bilgilerden dolayı cinsel ilişkide bulunmamayı tercih ediyor. Ayrıca kadının karnı burnundayken nasıl bir pozisyon uygulanması gerektiği konusunda da bilgisiz olabiliyorlar. Oysa hamilelikte cinsel ilişki, her iki taraf için de çok faydalı. Özellikle hala arzu edildiğini hissetmek kadını psikolojik olarak rahatlatıyor ve sıkıntıdan, stresten arındırıyor.
NE YAPMALI?
* Ev, iş ve aile üçgeni arasında yaşanan yoğun trafik nedeniyle cinsel soğukluk oluşmaya başlamışsa, bir uzman yardımı almayı ihmal etmeyin.
* Sık sık partner değiştiriyorsanız, herhangi bir hastalık riskine karşı, her 6 ayda bir doktor kontrolünden geçin.
* Cinsel soğukluk oluşmaması için, vajinal enfeksiyonlar ya da vajinismus gibi sinyalleri dikkate alın ve bir uzmana başvurun.
* Hamilelik döneminde mutlaka cinsel birleşmeye girmek gerekmiyor. Duyarlı bögeleri uyarmak ve ön sevişmeyi uzatmak gibi alternatifler de seks hayatına renk katıyor.
* Annelik, cinsel hayatınıza son vermek anlamına gelmemeli. Eğer çocuğunuzu tek başınıza bakmakta zorlanıyorsanız bir bakıcı tutabilirsiniz. Bazen de iş çıkışında çocuğunuzu annenize bırakarak romantizmi yeniden keşfedebilirsiniz.
40'LI YAŞLAR
ZEVK DEVAM EDİYOR
Uzun yıllar birlikte yaşamanın sonucu partnere duyulan güven, hamilelik riskinin giderek azalması ve çocukların büyümesiyle birlikte ev işleri yükünün hafiflemesi, cinsel yaşamı pozitif yönde etkiliyor. Ağır yüklerden kurtulan kadın bu dönemde çok daha rahat ve keyifli bir cinsellik yaşayabiliyor. 40'lı yaşların sonlarına doğru ise premenopoz adı verilen, menopoz öncesi bir dönem başlıyor. Bu dönemde, yumurtalıkların daha az östrojen üretmeye başlaması sonucu, cinsel isteksizlik, çabuk sinirlenme, adetin süresinin ve kanamasının azalması gibi sorunlar da gelişiyor. Ayrıca vajinal kayganlık azalıyor; birleşme ağrılı ve acılı bir hal alabiliyor. Diğer bir tehlike ise sıradanlığın cinsel yaşantıya hükmetmeye başlamasıyla yaşanıyor. Rutinlik duygusunun sizi ele geçirmesine izin vermeyin! Ancak üzülmenize de hiç gerek yok, menopoza girmenize yaklaşık on yıl var! Uzmanlara göre, bu tür can sıkıcı değişimler yaşanması son derece doğal. Bu durumda yapmanız gereken tek şey, bir yağlandırıcı krem kullanmak ve ön sevişme için daha fazla zaman ayırmak. Diğer şikayetlerinizden kurtulmak için de bir uzman yardımı almanızda yarar var. Unutmayın, cinsel isteği canlı tutmak, 50'li yaşların korkulu rüyası olan menopozun getireceği olumsuzluklara karşı da etkili bir çözüm.
NE YAPMALI?
* Sinirlilik, cinsel isteksizlik, adet süresinin ve kanamasının azalması gibi sorunlar yaşıyorsanız, kadın hastalıkları ve doğum uzmanından yardım alın.
* Kaslarınızın gençlik yıllarındaki gibi sıkı olması için Kegel egzersizini uygulayın. Bunun için; idrarınızı tutar gibi 2 saniye boyunca kendinizi kasın ve sonra gevşeyin. Bu hareketi her gün 10 kez, en az 6 hafta boyunca tekrar edin.
* Rutin bir cinsel yaşamdan kurtulmak için yataktan çıkıp farklı yerlerde seks yapmak bile yeterli gelebiliyor! Bu kez bir değişiklik yapın ve cumartesi gecesi yerine pazar sabahı sevişin.
Cinsellikte kadınlar söz konusu olduğunda her yaş döneminin getirdiği, kendine özgü sorunlar göze çarpıyor... Peki, kadınların 20'li, 30'lu ve 40'lı yaşlarında cinsel sorunlarına nasıl çözüm bulmaları gerekiyor?
Genç kadın, 20'li yaşlarda cinselliği keşfetmeye çalışırken, 30'lu yaşlarda vücudundaki erojen bölgeleri tanımanın ve partnerini nasıl baştan çıkaracağını bilmenin keyfini çıkarıyor. 40'lı yaşlarda da bu zevk devam ediyor. Sağlıklı bir kadın, 20 - 40 yaşları arasında haftada ortalama 1 - 4 kez cinsel ilişkiye giriyor. Bu oran, kadından kadına değişebiliyor. Hatta aynı kadında farklı zamanlarda, başta stres olmak üzere, çeşitli faktörlerden dolayı, ilişki sıklığı geçici olarak artabiliyor veya azalabiliyor. Yine kişilik yapısı olarak bazı kadınlar cinselliğe "düşkün" olurlarken, bazılarına göre cinselliğin önceliği alt sıralarda yer alabiliyor. Burada önemli olan, kadının cinselliğe olan arzusundan memnun olup olmadığı tabii ki. Ancak her dönem kendine özgü sorunları da beraberinde getiriyor!
20'Lİ YAŞLAR
KADIN ORGAZM ARAYIŞINDA
Korkular, belirsizlikler, utançlar, şüpheler ve hayalkırıklıkları... Özellikle ilk tecrübe, genç kızların büyük bir çoğunluğu için tam bir hayalkırıklığıyla sonuçlanıyor. Çünkü genç kızlar ilk cinsel ilişkilerini genellikle kendi vücutları hakkında pek fikir sahibi olmadan yaşıyor. Cinsellik konusundaki problemlerin bir çoğu, kadın ve erkeğin hem kendi hem de karşı cinsin vücudunu yeterince tanımamasından kaynaklanıyor. Hiç şüphesiz ki bu durum, cinsel ilişkiyi olumsuz yönde etkiliyor. Ayrıca kadın genital organlarının uyarılması, penisin uyarılmasından çok daha karmaşık. Dolayısıyla cinsel ilişkiden zevk alabilmek için hem kadın hem de erkeğin belli bir tecrübe edinmeleri gerekiyor. Diğer temel nokta ise 'orgazm'. Ancak tam bir birleşme sırasında ulaşılan vajinal orgazmı yaşamak, hangi yaşta olursa olsun zor. Bunun nedeni ise çok basit; vajinal mukoza çok duyarlı bir bölge olmadığı için ön sevişme çok kısa tutulur ya da aceleye getirilirse, kadının doyuma ulaşması zorlaşıyor. Bu durumda kendinizi sağlıksız, yetersiz ya da şanssız hissetmeyin. Orgazmı fazla büyütmemeniz daha gerçekçi bir tutum. Aksi takdirde beyin sadece orgazma ulaşmaya konsantre oluyor ve cinsel yaşamda gerginlik ya da tatminsizlikler yaşanıyor.
NE YAPMALI?
* Tecrübesizliğinizden kurtulmak için vücudunuz üzerinde keşfe çıkın ve nelerden hoşlandığınızı, hangi bölgelerinizin daha hassas olduğunu belirleyin. Vücudunuzu tanıdıkça, aslında son derece normal bir yapıya sahip olduğunuzu farkedecek, cinsel ilişkiden çok daha fazla zevk alacaksınız.
*Yatak odasındaki buluşma, korku, endişe ve güvensizlik kaynağı olmaya devam ediyorsa, partnerinize hissettiğiniz tedirginlik ve sıkıntıyı açıklayın. Utancınızı ve korkunuzu itiraf ederek içten davranabilir ve mutlu bir ilişki için çok daha elverişli bir ortam sağlayabilirsiniz.
*Cinsel eğitimle ilgili kitaplar okuyun. Hem kendi hem de partnerinizin bedeni hakkında fikir edindikçe cinselliğe olan yaklaşımınız da değişecek.
30'LU YAŞLAR
ALTIN ÇAĞ BAŞLIYOR
30'lu yaşlar, kadınlık hormonu östrojenin en sağlıklı çalıştığı dönemi ifade ediyor. Bu yaşlarda kadın vücudundaki erojen bölgeleri tanımanın ve partnerini nasıl baştan çıkarabileceğini keşfetmenin keyfini özgürce yaşıyor. Cinsel birleşme sırasında orgazma ulaşamadığında kendini suçlu ya da yetersiz hissetmiyor. Cinsel yaşamındaki yasakları kaldırıyor; okşamalar, öpmeler, masajlar ve oral ilişkiyle erotizmi hiçbir sıkıntı duymadan yaşayabiliyor. Ayrıca partnerine isteklerini ve sıkıntılarını söylemekten de çekinmiyor. Bu durumda cinsel tatmin her iki taraf için de büyük bir zevke dönüşüyor. Ancak 30'lu yaşların sonlarına doğru seks hormonlarının düzensizleşmesi nedeniyle adet dönemi öncesi sıkıntıları yoğunlaşıyor; baş ağrıları, sinirlilik, huzursuzluk ve tahammülsüzlük gitgide artan dozlarda görülmeye başlıyor. Ayrıca bu yaşlarda her şeyden önce kadının anne olmasıyla birlikte cinselliği ikinci plana atma, reddetme tehlikesi de yaşanabiliyor. Peki ya hamilelik boyunca seks yapılır mı? Elbette, ama dikkatli olmak koşuluyla... Oysa çiftler, genellikle bazı psikolojik nedenlerden ve bebeğin sağlığına zarar verebilir gibi yanlış bilgilerden dolayı cinsel ilişkide bulunmamayı tercih ediyor. Ayrıca kadının karnı burnundayken nasıl bir pozisyon uygulanması gerektiği konusunda da bilgisiz olabiliyorlar. Oysa hamilelikte cinsel ilişki, her iki taraf için de çok faydalı. Özellikle hala arzu edildiğini hissetmek kadını psikolojik olarak rahatlatıyor ve sıkıntıdan, stresten arındırıyor.
NE YAPMALI?
* Ev, iş ve aile üçgeni arasında yaşanan yoğun trafik nedeniyle cinsel soğukluk oluşmaya başlamışsa, bir uzman yardımı almayı ihmal etmeyin.
* Sık sık partner değiştiriyorsanız, herhangi bir hastalık riskine karşı, her 6 ayda bir doktor kontrolünden geçin.
* Cinsel soğukluk oluşmaması için, vajinal enfeksiyonlar ya da vajinismus gibi sinyalleri dikkate alın ve bir uzmana başvurun.
* Hamilelik döneminde mutlaka cinsel birleşmeye girmek gerekmiyor. Duyarlı bögeleri uyarmak ve ön sevişmeyi uzatmak gibi alternatifler de seks hayatına renk katıyor.
* Annelik, cinsel hayatınıza son vermek anlamına gelmemeli. Eğer çocuğunuzu tek başınıza bakmakta zorlanıyorsanız bir bakıcı tutabilirsiniz. Bazen de iş çıkışında çocuğunuzu annenize bırakarak romantizmi yeniden keşfedebilirsiniz.
40'LI YAŞLAR
ZEVK DEVAM EDİYOR
Uzun yıllar birlikte yaşamanın sonucu partnere duyulan güven, hamilelik riskinin giderek azalması ve çocukların büyümesiyle birlikte ev işleri yükünün hafiflemesi, cinsel yaşamı pozitif yönde etkiliyor. Ağır yüklerden kurtulan kadın bu dönemde çok daha rahat ve keyifli bir cinsellik yaşayabiliyor. 40'lı yaşların sonlarına doğru ise premenopoz adı verilen, menopoz öncesi bir dönem başlıyor. Bu dönemde, yumurtalıkların daha az östrojen üretmeye başlaması sonucu, cinsel isteksizlik, çabuk sinirlenme, adetin süresinin ve kanamasının azalması gibi sorunlar da gelişiyor. Ayrıca vajinal kayganlık azalıyor; birleşme ağrılı ve acılı bir hal alabiliyor. Diğer bir tehlike ise sıradanlığın cinsel yaşantıya hükmetmeye başlamasıyla yaşanıyor. Rutinlik duygusunun sizi ele geçirmesine izin vermeyin! Ancak üzülmenize de hiç gerek yok, menopoza girmenize yaklaşık on yıl var! Uzmanlara göre, bu tür can sıkıcı değişimler yaşanması son derece doğal. Bu durumda yapmanız gereken tek şey, bir yağlandırıcı krem kullanmak ve ön sevişme için daha fazla zaman ayırmak. Diğer şikayetlerinizden kurtulmak için de bir uzman yardımı almanızda yarar var. Unutmayın, cinsel isteği canlı tutmak, 50'li yaşların korkulu rüyası olan menopozun getireceği olumsuzluklara karşı da etkili bir çözüm.
NE YAPMALI?
* Sinirlilik, cinsel isteksizlik, adet süresinin ve kanamasının azalması gibi sorunlar yaşıyorsanız, kadın hastalıkları ve doğum uzmanından yardım alın.
* Kaslarınızın gençlik yıllarındaki gibi sıkı olması için Kegel egzersizini uygulayın. Bunun için; idrarınızı tutar gibi 2 saniye boyunca kendinizi kasın ve sonra gevşeyin. Bu hareketi her gün 10 kez, en az 6 hafta boyunca tekrar edin.
* Rutin bir cinsel yaşamdan kurtulmak için yataktan çıkıp farklı yerlerde seks yapmak bile yeterli gelebiliyor! Bu kez bir değişiklik yapın ve cumartesi gecesi yerine pazar sabahı sevişin.
ÖĞRENİM VE EĞİTİM
ÖĞRENİM VE EĞİTİM
Yeryüzü, halife görevi verilerek yaratılan kadın ve erkeğin olgunlaşıp kemale erişme yeridir. Yaratılış yasaları icabı tüm insanlar yaptığı işlerden dolayı sınava tabi tutulacaklar, yalnızca kendi düşünce ve çalışmalarının hak ettirdiği ödül veya cezayı göreceklerdir. Kur'ân, gerek kadın ve gerekse erkekten ilim sahibi olmalarını, yaşamlarını da bu bilgiler istikametinde düzenlemelerini istemektedir. Böylece İlâhî Yasalar'ın öngördüğü fiiller sergileneceğinden, Yüce Allah'ın sevgi ve rahmetine kavuşulmuş olacaktır. Şu halde okuyarak bilgi sahibi olmak yaşamın temel şartıdır. İlâhî Yasalar'ın öğrenilmesi için muteber Kur'ân- Kerîm çevirileri okunmalı; ayrıca pozitif ilimler öğrenilerek çağdaş bilgiler ile donanılmalıdır. Bilim ve teknolojinin dev adımlar ile ilerlediği çağımızda, öncelikli görevi gereği geleceğin neslini yetiştiren kadın, bilgi sahibi olmazsa, çocuklarını yarınlara nasıl hazırlayabilir? Böyle bir ülkenin geleceği de geri kalmışlıktan kurtulamaz.
Kuvvetin egemen olduğu eski devirlerde kadına değer verilmemiş, ikinci sınıf insan durumuna düşürülmüştü. Ancak İslâmiyet' in gelmesi ile, yaratılışı gereği hakkı olan konumunu kazanmıştı. Hz. Peygamber'imizden sonraki devirlerde Arap örf ve adetleri, Kur'ân' ı Kerîm'in kadına vermiş olduğu birçok hakları geri almış, aile kurumunu bozan çok evlilik de devam ettirilmişti. Aşırı örtülerek eve kapatılan kadın cahil kalmış, ne kendisine ve ne de çevresine fayda sağlayamaz hale getirilmişti. Oysa gerek Kur'ân'da ve gerekse Hz. Peygamber'imizin Sünnet'inde böyle ilkel hükümler bulunmamaktadır.
YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU
96/1-5 : Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı embriyodan (ilişip yapışan bir sudan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O'dur kalem ile öğreten. İnsana bilmediğini öğretti.
39/9 : ...De ki : Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?
Kur'ân; cins, yaş, renk farkı gözetmeksizin bütün insanları muhatap alır. Oku emri ile başlayan ve Kur'ân-ı Kerîm'in ilk sözü olan ayet, her ne kadar Hz. Peygamber'e yöneltilmişse de hitap bütün insanlaradır. Yüce Allah'ın lütfu ile yaratılan kadın ve erkek, dünya hayatını düzenleyen İlâhî Yasalar'ı öğrenmekle yükümlüdür. İnsanın kendisini tanımasını, yaratılma sebeplerini,Yüce Yaratıcı'ya olan görev ve sorumluluklarını, kendisine, yakınlarına, milletine ve tüm insanlara faydalı olabilmek için neler yapması gerektiğini mutlaka bilmelidir. Bu da ancak Kur'ân'ın önerdiği gibi okumakla, bilgi sahibi olmakla yerine getirilir. Öğrenim ve eğitim yapmayan bir insan cahil kalarak görevlerini, sorumluluklarını yerine getiremez. Olgunlaşıp kemale eremeyeceğinden bu dünya'daki sınavını kaybetmekten de kurtulamaz. Kur'ân, öğrenim ve eğitim görmeyenlerden uzak durulması uyarısını yapıyor. Araf 7 / 199 : «...Cahillerden yüz çevir.» Bilginin önemi için de şöyle buyurmaktadır. Zümer 39/9: «Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?» İlâhî Yasalar ile birlikte Tıp, Kimya, Matematik, Çevre Bilimi, Hukuk, Psikoloji v.s. gibi faydalı ilimleri öğrenmek ve uygulamak, başkalarına da öğretmek insanlara ne büyük bir hizmettir.
Öğrenim ve eğitim görmüş kadınlar; kocalarına iyi bir arkadaş, ailelerine maddî ve manevî yönden fayda sağlayan, öncelikli görevi icabı çocuklarını bilimsel terbiye etmek iyi ve bilgili bir neslin yetişmesine sebep olmak gibi, topluma da birçok alanlarda hizmet vermektedirler. Kadın evde oturmalı, erkekler ile temas etmemelidir. düşüncesini taşıyanlar; kadını eve hapsedip bilgisiz bırakarak, ikinci sınıf insan durumuna düşürmüşlerdir. Böyle ilkel hükümler Kur'ân'da da, Sünnet'te de yoktur. Bunlar Hz. Peygamberimizden sonraki devirlerde zalimce yapılan saptırmaların acı bir ürünüdür. İlim ve teknolojinin büyük bir hız ile ilerlediği çağımızda, kültür ve bilgiden yoksun bir kadın; ne ailesine, ne çocuklarına, ne toplumuna ve ne de kendisine faydalı olamaz. Bazı İslâm ülkeleri; nüfusunun yarısını teşkil eden kadınlarını sosyal hayata sokmadıklarından, onların büyük gücünden istifade edememiş, her alanda da geri kalarak gelişememişlerdir.
SÜNNET'DE ÖĞRENİM VE EĞİTİM
Kadınlar Hz. Peygamber yanında hususi bir sevgi ve itina konusu olmuşlardı. Buharî'ye göre O, haftanın bir gününü sadece kadınlara söz söylemek ve onların suallerine cevap vermek üzere ayırmıştı. Hz. Muhammed (s.a.s.) in ailesi, bu işte kendisine yardım ederlerdi. Bilindiği gibi Hz.Hafsa adını taşıyan eşi, okuma ve yazma biliyordu. Diğer bir eşi olan Hz.Âişe, Fıkıh (İslâmi Kurallar) ilminde uzmanlaşmış ve daha sonraları en âlim kimseler tarafından bile kendisine bir hukukçu olarak danışmaktaydılar. Kendisi ayni zamanda şiir, tıp, Arap Tarihi ve Nesebler (soy) ilmi v.s. sahalarında da seçkin olmuştu. Kur'ân; Hz. Peygamber'in eşlerine, öğretimle meşgul olma zorunluluğunu da yüklemişti. Ahzab 33/34 : «Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti (diğerlerine) hatırlatın ve nakledin...»
İmam Buharî bize şu önemli hadisi nakleder :« Bir cariyeye (kadın esir) sahip olan kimse tahsillerden iyi bir tahsil versin, ona eğitimlerden iyi bir eğitim sağlasın ve sonra onu hür bir kadın olarak evlendirmesi için serbest bıraksın; böyle bir kimse Allah katında çift ödüllendirilecektir.» Sahabe (Hz. Peygamberin zamanında yaşayanlar) arasında da yirmi kadın hukukçu gösterilmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyordu : İlim peşinde koşmak, her bir müslüman kişi için bir görevdir. Diğer bir hadisinde de : «Çin'de de olsa ilmi arayınız. »(Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi II, Say.79)
KENDİNİZİ VE AİLENİZİ ATEŞTEN KORUYUN
66/6 : Ey iman sahipleri! Kendinizi ve aile bireylerinizi ateşten (cehennemden) koruyun...
58/11 :...Allah iman edenleri yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür...
Kur'ân aile bireylerini uyarıyor ve onlara görev yüklüyor : Kendinizi ve ailenizi ateşten (cehennemden) koruyun! Korumak için öncelikli olarak bilgilenmek, aileyi de bilgilendirmek ve eğitmek gerekir. Çocuklara verilecek ilk öğrenim ve eğitim, sevgi vermek ve her şeyi sevmeyi öğretmekle başlar. Bizi kim ve niçin yarattı? Yüce Allah kullarına hangi ödevleri vermiştir? Emir ve yasaklar nelerdir ve nasıl uygulanır? Sosyal hayatta aile ve toplum ile ilişkiler nasıl düzenlenmelidir? İnsanların iyiliğine ve mutluluğuna hizmet hedef alındığında, gerekli bilgi ve eğitim seviyesini elde etmek için neler yapılmalıdır? Çok çalışmak lüzûmlu mudur? Topluma nasıl faydalı olunur? Hayır işlerinde yarışma büyük bir ibadet midir? İşte bunun ve benzer suallerin cevapları anne-baba tarafından bilinmeli ve çocuklara da de ilk ve temel bilgiler, aile ocağında verilmelidir.
Kur'ân; Yüce Allah'ın sevgisine erişmenin, cennete girmenin sırlarını açıklamıştır. Ali İmran 3/133 : «...Cennet, takva sahipleri için hazırlanmıştır. » Ali İmran 3/76 : ...Allah, takva sahiplerini sever. Bu ayetlerden öğreniyoruz ki Yaratıcı Kudret; gerek kadın ve gerekse erkekten takva bilgileri öğrenilerek takva sıfatlarına sahip olunmasını istemektedir. Bu sıfatları kazanmakla hem Yüce Allah'ın sevgisine erişilmiş ve hem de cehennem ateşinden korunulmuş olur.
(Bkz. Bu Kitap, Takva Elbisesi)
Kur'ân, bilginin önemi için Mücadile 58/11 de şöyle buyurmaktadır : « Allah ilim verilenleri kat kat dereceleri ile büyültür. » Yüce Allah; gerek kadın ve gerekse erkeğin Kur'ân Kitabını, İnsan Kitabını, Evren Kitabını okumakla öğrenim görmeleri ve ilim sahibi olmaları için onlardan şöyle yakarışta bulunmalarını öğütlemektedir. Taha 20/114 : «...Şöyle de : Rabbim ilmimi arttır.»
Yeryüzü, halife görevi verilerek yaratılan kadın ve erkeğin olgunlaşıp kemale erişme yeridir. Yaratılış yasaları icabı tüm insanlar yaptığı işlerden dolayı sınava tabi tutulacaklar, yalnızca kendi düşünce ve çalışmalarının hak ettirdiği ödül veya cezayı göreceklerdir. Kur'ân, gerek kadın ve gerekse erkekten ilim sahibi olmalarını, yaşamlarını da bu bilgiler istikametinde düzenlemelerini istemektedir. Böylece İlâhî Yasalar'ın öngördüğü fiiller sergileneceğinden, Yüce Allah'ın sevgi ve rahmetine kavuşulmuş olacaktır. Şu halde okuyarak bilgi sahibi olmak yaşamın temel şartıdır. İlâhî Yasalar'ın öğrenilmesi için muteber Kur'ân- Kerîm çevirileri okunmalı; ayrıca pozitif ilimler öğrenilerek çağdaş bilgiler ile donanılmalıdır. Bilim ve teknolojinin dev adımlar ile ilerlediği çağımızda, öncelikli görevi gereği geleceğin neslini yetiştiren kadın, bilgi sahibi olmazsa, çocuklarını yarınlara nasıl hazırlayabilir? Böyle bir ülkenin geleceği de geri kalmışlıktan kurtulamaz.
Kuvvetin egemen olduğu eski devirlerde kadına değer verilmemiş, ikinci sınıf insan durumuna düşürülmüştü. Ancak İslâmiyet' in gelmesi ile, yaratılışı gereği hakkı olan konumunu kazanmıştı. Hz. Peygamber'imizden sonraki devirlerde Arap örf ve adetleri, Kur'ân' ı Kerîm'in kadına vermiş olduğu birçok hakları geri almış, aile kurumunu bozan çok evlilik de devam ettirilmişti. Aşırı örtülerek eve kapatılan kadın cahil kalmış, ne kendisine ve ne de çevresine fayda sağlayamaz hale getirilmişti. Oysa gerek Kur'ân'da ve gerekse Hz. Peygamber'imizin Sünnet'inde böyle ilkel hükümler bulunmamaktadır.
YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU
96/1-5 : Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı embriyodan (ilişip yapışan bir sudan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O'dur kalem ile öğreten. İnsana bilmediğini öğretti.
39/9 : ...De ki : Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?
Kur'ân; cins, yaş, renk farkı gözetmeksizin bütün insanları muhatap alır. Oku emri ile başlayan ve Kur'ân-ı Kerîm'in ilk sözü olan ayet, her ne kadar Hz. Peygamber'e yöneltilmişse de hitap bütün insanlaradır. Yüce Allah'ın lütfu ile yaratılan kadın ve erkek, dünya hayatını düzenleyen İlâhî Yasalar'ı öğrenmekle yükümlüdür. İnsanın kendisini tanımasını, yaratılma sebeplerini,Yüce Yaratıcı'ya olan görev ve sorumluluklarını, kendisine, yakınlarına, milletine ve tüm insanlara faydalı olabilmek için neler yapması gerektiğini mutlaka bilmelidir. Bu da ancak Kur'ân'ın önerdiği gibi okumakla, bilgi sahibi olmakla yerine getirilir. Öğrenim ve eğitim yapmayan bir insan cahil kalarak görevlerini, sorumluluklarını yerine getiremez. Olgunlaşıp kemale eremeyeceğinden bu dünya'daki sınavını kaybetmekten de kurtulamaz. Kur'ân, öğrenim ve eğitim görmeyenlerden uzak durulması uyarısını yapıyor. Araf 7 / 199 : «...Cahillerden yüz çevir.» Bilginin önemi için de şöyle buyurmaktadır. Zümer 39/9: «Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?» İlâhî Yasalar ile birlikte Tıp, Kimya, Matematik, Çevre Bilimi, Hukuk, Psikoloji v.s. gibi faydalı ilimleri öğrenmek ve uygulamak, başkalarına da öğretmek insanlara ne büyük bir hizmettir.
Öğrenim ve eğitim görmüş kadınlar; kocalarına iyi bir arkadaş, ailelerine maddî ve manevî yönden fayda sağlayan, öncelikli görevi icabı çocuklarını bilimsel terbiye etmek iyi ve bilgili bir neslin yetişmesine sebep olmak gibi, topluma da birçok alanlarda hizmet vermektedirler. Kadın evde oturmalı, erkekler ile temas etmemelidir. düşüncesini taşıyanlar; kadını eve hapsedip bilgisiz bırakarak, ikinci sınıf insan durumuna düşürmüşlerdir. Böyle ilkel hükümler Kur'ân'da da, Sünnet'te de yoktur. Bunlar Hz. Peygamberimizden sonraki devirlerde zalimce yapılan saptırmaların acı bir ürünüdür. İlim ve teknolojinin büyük bir hız ile ilerlediği çağımızda, kültür ve bilgiden yoksun bir kadın; ne ailesine, ne çocuklarına, ne toplumuna ve ne de kendisine faydalı olamaz. Bazı İslâm ülkeleri; nüfusunun yarısını teşkil eden kadınlarını sosyal hayata sokmadıklarından, onların büyük gücünden istifade edememiş, her alanda da geri kalarak gelişememişlerdir.
SÜNNET'DE ÖĞRENİM VE EĞİTİM
Kadınlar Hz. Peygamber yanında hususi bir sevgi ve itina konusu olmuşlardı. Buharî'ye göre O, haftanın bir gününü sadece kadınlara söz söylemek ve onların suallerine cevap vermek üzere ayırmıştı. Hz. Muhammed (s.a.s.) in ailesi, bu işte kendisine yardım ederlerdi. Bilindiği gibi Hz.Hafsa adını taşıyan eşi, okuma ve yazma biliyordu. Diğer bir eşi olan Hz.Âişe, Fıkıh (İslâmi Kurallar) ilminde uzmanlaşmış ve daha sonraları en âlim kimseler tarafından bile kendisine bir hukukçu olarak danışmaktaydılar. Kendisi ayni zamanda şiir, tıp, Arap Tarihi ve Nesebler (soy) ilmi v.s. sahalarında da seçkin olmuştu. Kur'ân; Hz. Peygamber'in eşlerine, öğretimle meşgul olma zorunluluğunu da yüklemişti. Ahzab 33/34 : «Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti (diğerlerine) hatırlatın ve nakledin...»
İmam Buharî bize şu önemli hadisi nakleder :« Bir cariyeye (kadın esir) sahip olan kimse tahsillerden iyi bir tahsil versin, ona eğitimlerden iyi bir eğitim sağlasın ve sonra onu hür bir kadın olarak evlendirmesi için serbest bıraksın; böyle bir kimse Allah katında çift ödüllendirilecektir.» Sahabe (Hz. Peygamberin zamanında yaşayanlar) arasında da yirmi kadın hukukçu gösterilmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyuruyordu : İlim peşinde koşmak, her bir müslüman kişi için bir görevdir. Diğer bir hadisinde de : «Çin'de de olsa ilmi arayınız. »(Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi II, Say.79)
KENDİNİZİ VE AİLENİZİ ATEŞTEN KORUYUN
66/6 : Ey iman sahipleri! Kendinizi ve aile bireylerinizi ateşten (cehennemden) koruyun...
58/11 :...Allah iman edenleri yükseltir, ilim verilenleri ise kat kat dereceleri ile büyültür...
Kur'ân aile bireylerini uyarıyor ve onlara görev yüklüyor : Kendinizi ve ailenizi ateşten (cehennemden) koruyun! Korumak için öncelikli olarak bilgilenmek, aileyi de bilgilendirmek ve eğitmek gerekir. Çocuklara verilecek ilk öğrenim ve eğitim, sevgi vermek ve her şeyi sevmeyi öğretmekle başlar. Bizi kim ve niçin yarattı? Yüce Allah kullarına hangi ödevleri vermiştir? Emir ve yasaklar nelerdir ve nasıl uygulanır? Sosyal hayatta aile ve toplum ile ilişkiler nasıl düzenlenmelidir? İnsanların iyiliğine ve mutluluğuna hizmet hedef alındığında, gerekli bilgi ve eğitim seviyesini elde etmek için neler yapılmalıdır? Çok çalışmak lüzûmlu mudur? Topluma nasıl faydalı olunur? Hayır işlerinde yarışma büyük bir ibadet midir? İşte bunun ve benzer suallerin cevapları anne-baba tarafından bilinmeli ve çocuklara da de ilk ve temel bilgiler, aile ocağında verilmelidir.
Kur'ân; Yüce Allah'ın sevgisine erişmenin, cennete girmenin sırlarını açıklamıştır. Ali İmran 3/133 : «...Cennet, takva sahipleri için hazırlanmıştır. » Ali İmran 3/76 : ...Allah, takva sahiplerini sever. Bu ayetlerden öğreniyoruz ki Yaratıcı Kudret; gerek kadın ve gerekse erkekten takva bilgileri öğrenilerek takva sıfatlarına sahip olunmasını istemektedir. Bu sıfatları kazanmakla hem Yüce Allah'ın sevgisine erişilmiş ve hem de cehennem ateşinden korunulmuş olur.
(Bkz. Bu Kitap, Takva Elbisesi)
Kur'ân, bilginin önemi için Mücadile 58/11 de şöyle buyurmaktadır : « Allah ilim verilenleri kat kat dereceleri ile büyültür. » Yüce Allah; gerek kadın ve gerekse erkeğin Kur'ân Kitabını, İnsan Kitabını, Evren Kitabını okumakla öğrenim görmeleri ve ilim sahibi olmaları için onlardan şöyle yakarışta bulunmalarını öğütlemektedir. Taha 20/114 : «...Şöyle de : Rabbim ilmimi arttır.»
Kadının yaratılışı nasıl olmuştur ?
Kadının yaratılışı nasıl olmuştur ?
Kur'an-ı Kerimin açık ifadesiyle ilk insan Hz. Adem'dir. Cenab-ı Hak onu yaratırken toprak unsurunu tercih etmiş, ondan yaratmış, daha sonra da ruh vermiştir. İlahi hikmet, hem Hz. Adem'e bir can yoldaşı olması hem de insan nevinin üreyip çoğalması için Havva validemizi yaratmıştır.
Nisa Sûresinin 1. ayet-i kerimesinde bu yaratılış, "O insandan eşini vücuda getirdi" mealindeki cümlesiyle ifade edilir.
Meşhur tefsirlerde bu ayet açıklanırken şöyle denilir: Cenab-ı Hak, Havva'yı Hz. Adem'in sol kaburga kemiğinden yarattı. O sırada Hz. Adem'i hafif bir uyku tuttu. Bir müddet sonra uyandığında Hz. Havva'yı gördü. İlk anda şaşırdı, sonra çok sevindi. Kalbi hemen ona ısındı ve aralarında bir ünsiyet ve ülfet meydana geldi.
Bu mesele hadis-i şeriflerde açıkça beyan edilir. Bu hususta rivayet edilen iki hadis-i şerifin meali şöyledir:
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O, memnun olacağın bir tarzda dosdoğru devam edemez. Eğer ondan faydalanmak istiyorsan bu eğri haliyle birlikte faydalanırsın. Tam arzuna göre düzeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmasıdır."
Hz. Ebû Hüreyre'nin başka bir rivayetinde de Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:
"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden, bir meseleye şahit olduğu, gördüğü zaman ya hayır konuşsun veya sussun. Kadınlar hakkında iyilik ve hayır tavsiye ediniz. Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı da üst tarafı, uç kısmıdır. Eğer onu doğrultup düzeltmeye kalkışırsanız, onu kırarsınız. Kendi halinde bırakırsanız daima eğri kalır. Öyle ise birbirinize, kadınlara iyi davranmayı tavsiye ediniz" (1)
Hadis-i şerif, ilk kadın olması itibariyle Hz. Havva' nın, dolayısıyla bütün kadın sınıfının hem maddi bakımdan yaratılışına, hem de huy, karakter, tabiat, mizaç ve bünyesine işaret etmektedir. Hz. Havva ilk kadındı. Cenab-ı Hak onu bir hikmet eseri olarak Hz. Adem'in bir parçasından yaratmıştı. Daha sonraki bütün kadın ve erkekler bu iki insandan türemiş, çoğalmıştır.
Gerek Hz. Adem'in yaratılışında, gerekse daha sonra Havva validemizin yaratılışında nasıl bir yaratılış kanunu, hangi hikmete binaen cereyan etmiştir, bilemiyoruz. Bu, kudret-i İlahiyeyi göstermesi yanında, aynı zamanda insan yaratılışına babayı birinci derecede, anneyi de tali, ikinci derecede gösteriyor. Yani çocuğun teşekkülüne sebep olan sperm erkekten geldiğinden, bu durumda baba birinci derecede rol oynamaktadır. Elmalılı merhumun ifadesiyle "Telkihi yapan erkek ve alan kadın olmak haysiyetiyle erkek mukaddem, kadın tali bulunuyor."(2)
Ayrıca ilk erkek olan Hz. Adem'in, ilk kadın olan Havva'nın yaratılışı tamamen istisnai bir durumdur. Şu noktayı da önemle belirtmek gerekir. Bilim adamlarımızın ifadesine göre insanın her hücresinde, program bazında, bütün organlarının karakterleri mevcuttur. Hangi şey yaratılacaksa ona ait özelliklerin ortaya çıkmasına izin verilir, diğerleri baskı altında tutulur. Buna göre, Hz. Havva'nın yaratılışında kaburga kemiğinden bir hücre, temel olmuş olabilir. Bu hücre bir saç hücresi yahut ciğer hücresi de olabilirdi. İlahi hikmet bunu böylece takdir etmiştir.
Kadın ve erkek bir bütünün (nefsin) çiftleştirerek yaratılmış iki parçasıdır. Bu bakımdan insanlık hak ve değerleri açısından birbirlerine eşittirler. Yüce Yaratıcı'larına karşı kul olmanın bütün sorumluluklarını (sevap ve günahları) ayni yükümlülükle paylaşırlar. İnsanlar doğuştan Cenâb-ı Allah'a değer olarak ayni mesafededir. Ancak yaptığı işler neticesinde değeri artar veya eksilir. Allah katında kadın veya erkek olsun en değerli insan, hangi cinsten olursa olsun ancak takva sıfatlarına sahip olandır. Ne kadın erkeğin hakimiyeti için yaratılmış ve ne de erkek kadının hakimiyeti için var edilmiştir. Onlar, sosyal hayatta birbirlerini tamamlamak için görevlendirilmişlerdir. Her iki cinsinde, yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları ve üstünlükleri vardır. Bu farklılıklar, hukuk açısından birinin diğerine hükmetmesi demek değildir.
Kur'an-ı Kerimin açık ifadesiyle ilk insan Hz. Adem'dir. Cenab-ı Hak onu yaratırken toprak unsurunu tercih etmiş, ondan yaratmış, daha sonra da ruh vermiştir. İlahi hikmet, hem Hz. Adem'e bir can yoldaşı olması hem de insan nevinin üreyip çoğalması için Havva validemizi yaratmıştır.
Nisa Sûresinin 1. ayet-i kerimesinde bu yaratılış, "O insandan eşini vücuda getirdi" mealindeki cümlesiyle ifade edilir.
Meşhur tefsirlerde bu ayet açıklanırken şöyle denilir: Cenab-ı Hak, Havva'yı Hz. Adem'in sol kaburga kemiğinden yarattı. O sırada Hz. Adem'i hafif bir uyku tuttu. Bir müddet sonra uyandığında Hz. Havva'yı gördü. İlk anda şaşırdı, sonra çok sevindi. Kalbi hemen ona ısındı ve aralarında bir ünsiyet ve ülfet meydana geldi.
Bu mesele hadis-i şeriflerde açıkça beyan edilir. Bu hususta rivayet edilen iki hadis-i şerifin meali şöyledir:
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır: "Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. O, memnun olacağın bir tarzda dosdoğru devam edemez. Eğer ondan faydalanmak istiyorsan bu eğri haliyle birlikte faydalanırsın. Tam arzuna göre düzeltmeye kalkarsan onu kırarsın. Onun kırılması da boşanmasıdır."
Hz. Ebû Hüreyre'nin başka bir rivayetinde de Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:
"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden, bir meseleye şahit olduğu, gördüğü zaman ya hayır konuşsun veya sussun. Kadınlar hakkında iyilik ve hayır tavsiye ediniz. Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga kemiğinin en eğri tarafı da üst tarafı, uç kısmıdır. Eğer onu doğrultup düzeltmeye kalkışırsanız, onu kırarsınız. Kendi halinde bırakırsanız daima eğri kalır. Öyle ise birbirinize, kadınlara iyi davranmayı tavsiye ediniz" (1)
Hadis-i şerif, ilk kadın olması itibariyle Hz. Havva' nın, dolayısıyla bütün kadın sınıfının hem maddi bakımdan yaratılışına, hem de huy, karakter, tabiat, mizaç ve bünyesine işaret etmektedir. Hz. Havva ilk kadındı. Cenab-ı Hak onu bir hikmet eseri olarak Hz. Adem'in bir parçasından yaratmıştı. Daha sonraki bütün kadın ve erkekler bu iki insandan türemiş, çoğalmıştır.
Gerek Hz. Adem'in yaratılışında, gerekse daha sonra Havva validemizin yaratılışında nasıl bir yaratılış kanunu, hangi hikmete binaen cereyan etmiştir, bilemiyoruz. Bu, kudret-i İlahiyeyi göstermesi yanında, aynı zamanda insan yaratılışına babayı birinci derecede, anneyi de tali, ikinci derecede gösteriyor. Yani çocuğun teşekkülüne sebep olan sperm erkekten geldiğinden, bu durumda baba birinci derecede rol oynamaktadır. Elmalılı merhumun ifadesiyle "Telkihi yapan erkek ve alan kadın olmak haysiyetiyle erkek mukaddem, kadın tali bulunuyor."(2)
Ayrıca ilk erkek olan Hz. Adem'in, ilk kadın olan Havva'nın yaratılışı tamamen istisnai bir durumdur. Şu noktayı da önemle belirtmek gerekir. Bilim adamlarımızın ifadesine göre insanın her hücresinde, program bazında, bütün organlarının karakterleri mevcuttur. Hangi şey yaratılacaksa ona ait özelliklerin ortaya çıkmasına izin verilir, diğerleri baskı altında tutulur. Buna göre, Hz. Havva'nın yaratılışında kaburga kemiğinden bir hücre, temel olmuş olabilir. Bu hücre bir saç hücresi yahut ciğer hücresi de olabilirdi. İlahi hikmet bunu böylece takdir etmiştir.
Kadın ve erkek bir bütünün (nefsin) çiftleştirerek yaratılmış iki parçasıdır. Bu bakımdan insanlık hak ve değerleri açısından birbirlerine eşittirler. Yüce Yaratıcı'larına karşı kul olmanın bütün sorumluluklarını (sevap ve günahları) ayni yükümlülükle paylaşırlar. İnsanlar doğuştan Cenâb-ı Allah'a değer olarak ayni mesafededir. Ancak yaptığı işler neticesinde değeri artar veya eksilir. Allah katında kadın veya erkek olsun en değerli insan, hangi cinsten olursa olsun ancak takva sıfatlarına sahip olandır. Ne kadın erkeğin hakimiyeti için yaratılmış ve ne de erkek kadının hakimiyeti için var edilmiştir. Onlar, sosyal hayatta birbirlerini tamamlamak için görevlendirilmişlerdir. Her iki cinsinde, yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları ve üstünlükleri vardır. Bu farklılıklar, hukuk açısından birinin diğerine hükmetmesi demek değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)