14 Kasım 2008 Cuma

İnsan ve yaşam

Üzerinde yaşadığımız yeryüzü baktığında görmek isteyenler için saymakla bitmeyecek çeşitlilik ve muhteşemlikler ile doludur. Dünyamız’ın uzay deryasında kendisi için belirlenmiş yörüngesinden ve hızından bir an olsun sapmadan güneş sistemi ile birlikte duracağı yere doğru akıp gitmesi, bizim ise bu hareketten birşey hissetmiyor olmamız çok doğal karşılanmaktadır. Yeryüzünün yok iken tek bir patlama sonucunda yokluktan varlığa geçişinden, içinde yaşamın vağrolabileceği bir evrenin tesadüfen oluşma ihtimali yok denecek kadar az bile değil “YOK” iken de aynı şekilde normal karşılanmaktadır. Güneş, Ay, Yıldızlar, Dağlar, Denizler, Gökyüzü, Toprak ve daha birçok şey bu denli hizmette iken, göğe yükselen suyun tekrardan yeryüzüne dönüp toprağı doyurmasından, yağan kar tanelerinin herbirinin şekillerinin birer sanat eseri gibi farklı oluşundan, arı gibi doğar doğmaz kendini hizmete adamış birkaç hafta ömürlü bir canlının, dünyanın en usta mimarlarını ve mühendislerini imrendiren altıgen peteğini yapmasına, yiyenlere şifa ve çok hoş tatlar veren mucizevi balı maydana getirmesine, sivrisineğin hayranlık veren enjekte işlemine ve daha birçok canlıdaki hayranlık uyandıran davranışlara kadar birçok olay çok normal karşılanmaktadır.

Denizlerin altında muhteşem türlerdeki canlılardan doğadaki muazzam düzenden ve daha sayısız eşsizliklerden söz etmemek bunları düşünmemek, sıradan görmek yada doğal karşılamak tüm bunların yaratıcısı ve yaratmakta olan yüce Allah’ı gereği gibi kavrayamamayı getirmektedir.

Peki insanoğlu nasıl oluyorda bunları düşünmekten ve yaşamaktan sapabiliyor. Herşey bu denli olağanüstüyken nasıl böylesine doğal karşılanabiliyor. Zihinlerdeki bu örtünün sebebi nedir? Evet bütün bunların ve bu türlü duyarsızlıkların en temel sebebi insanın kim tarafından ne için vağrolduğunu ve geçici dünya hayatını ne için yaşadığının farkında olmamasıdır. İnsanın dünyaya gelmesiyle başlayan yaşam sürecinde, bebeklikten, çocukluğa, gençliğe ve olgunluğa geçişinde nereden geldiğini, ne için geldiğini ve nereye gideceğini merak etmeyip, yaşıyor, işitiyor, görüyor, konuşuyor, hissedebiliyor ve seçebiliyor olmasını son derece normal karşılaması bunları olaması gereken veya kendiliğinden oluşmuş şeyler gibi algılaması insanın hazin sonunu hazırlamaktadır.

Kendini, benliğinin ve ruhunun sahibi ilan edip istek ve tutkuları doğrultusunda keyfi bir yaşam sürmeyi yol edinmiş bu zihniyet, görmek istediklerini görür, düşünmek istediklerini düşünür hale gelmiştir. Yaptığı şeyleri çok önemli görüp yaşamı boyunca birşeylerden karşılık beklerken, dünyaya gelirken kendisine peşin olarak verilen ruh, beden, maddi-manevi nimetlerden dolayı karşılık verilmesi gereken bir yer varmı veya vermem gerekiyormu diye düşünme zahmetine yada duyarlılığına dahi tenezzül etmemiştir. Çünkü gözlemleyebildiği kadar bunlar etrafındaki birçok insanda mevcuttur ve olması gereken birşeymiş gibi algılanmaktadır.

Çocukluk yaşlarından beri etrafındaki yakınlarından ve insanların büyük çoğunluğunan, dünya hayatının eğlenilmesi ve güzelliklerinden zevk alınılması gereken bir yer olduğunu, rahat yaşamak ve mutlu olabilmek için çok tüketmeyi, çok tüketebilmek içinde çok değere sahip olunması gerekliliğini öğrenmiş ve böylece maddeyi kutsallaştırma boyutlarına kadar çıkarabilmiştir. Gelecek için yapılan planların dünyada iyi bir yaşam sürme ile paralel olarak oluşmakta ve dünyayla sınırlı kalmaktadır.Ölüm gerçeği kaçınılmaz bir şekilde apaçık ortadayken, ölümü çok uzak bir olguymuş ve buralara hiç uğramazmış gibi algılayarak, bu zihniyetteki kafalardan alınan güç ile yaşama sarılmaktadır.Bu arada zaman ise kimsenin keyfini beklemeden hızla tükenmektedir.

Allah’ın varlığına inanıp sanki Allah yokmuş gibi yaşamak, Allah’ı zor zamanlarda hatırlamak, dini ilgi alanları içine almamak yada belirli gün ve gecelerde hatırlayarak din günü, din ayı ilan etmek suretiyle son sıralarda yer vermek, insanın bilinçsiz ve amaçsız bir şekilde nefes alıp vermesini sağlamaktadır.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Hayat Çok Kısa

Hayat Çok Kısa
Nasıl Yaşamalıyız?

Belki de bu satırlar ahlakınızı yeniden düşünmeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Saat değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu yazıyı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.

Mutlaka öleceksiniz, tüm sevdikleriniz de ölecek, sizden önce yada sonra mutlaka ölecekler. Bundan 100 sene sonra dünya üzerinde sizin tanıdığınız hiçbir canlı insan kalmayacak.

Her insanın, kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Liseyi bitirmek, üniversiteye girebilmek, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli olmak, huzurlu bir hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en sıradan olanlarındandır. Bunların dışında, herkesin, kendi içinde bulunduğu durum ve şartlara göre daha binlerce konuda çok kapsamlı plan ve tasarıları vardır.

Oysa bu planların hiçbirinin gerçekleşeceği kesin değildir. Buna karşın ölüm, yüzde yüz gerçekleşecektir.

Yıllarca çalışıp çabalayıp üniversiteye giren bir öğrenci okuluna giderken ölür. Yada yeni işe giren bir kişi işine giderken veya evlenenler düğünden dönerken ani bir trafik kazası sonucunda ölürler. Başarılı bir iş adamı ise, işlerini çabuk halledebilmek, gideceği yere daha çabuk ulaşıp vakit kazanmak ve daha çok şeyler yapabilmek için uçak yolculuğunu tercih eder. Fakat uçak kaza yapar, yere düşer. Orada hayatı hiç düşünmediği şekilde son bulur.

Bütün planlar boşa gitmiştir. Geriye kalan planlarını gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak, dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler... Oysa o gittikleri yer için hazırladıkları hiçbir planları yoktur. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında hiçbir şey düşünmemişlerdir bile.

Peki akla ve bilince sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan hakkında mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların çoğu, kesin olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün planlarını, gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için yaparlar.

Eğer insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır.

Ama insanlar, kafalarını esir almış olan garip bir büyü nedeniyle bir türlü bu açık gerçeği fark edemezler.

Ölüm sizi her an yakalayabilir.

Kimbilir o an, belki de şu andır yada size çok yaklaşmıştır.

Dolayısıyla, düşünmekten kaçmak, hiçbir şekilde çözüm değildir.

Peki ne yapmalıyız, hayatın kıymetini bilmeli bize verilen ömrü en güzel şekilde değerlendirmeliyiz, bunu hiçbir şeyi umursamazca mı yapalım ? tabiiki Hayır.

O zaman nasıl davranalım?

İnsana verilen en önemli şey akıldır, aklımızı kullanırsak ne yapmamız gerektiğini, nasıl yaşamamız gerektiğini, neleri yapıp neleri yapmamamız gerektiğini anlayabilir, görebiliriz.

Ancak aklımızı kullanırsak gerçeği görebiliriz.
Gerçek nedir? Gereken nedir? Hepsi etrafımızda ve gözümüzün önünde duruyor.Anlayana, görene, bilene